Yazı yazmanın en zor tarafı,
deneyime dönüşme şeklinin gözlenememesi. Deneyimler ise yazıya sığamayacak
kadar zengin ve tüm duyulara hitap ediyor. O zaman öyle zengin bir anlatım ve
içerik sunulmalı ki ne dendiği anlaşılsın ve uygulamaya koymak kolay olsun…
“Oyun”u anlatmak kolay mıdır?
Oyunun kuralları ya da nasıl oynandığını değil ve ya neye hizmet ettiğini de
değil… “Oyun deneyimini” anlatmak kolay mıdır? Bir çocuk için ne anlama
geldiğini ve bir çocuğun aslında oyunlarda neleri yaşadığını anlatmak gerçekten
çok zor. Ama gözlerimizi kapatıp kendi çocukluğumuzun bahçesine daldığımızda
kendi oyunlarımız hatırlayabiliriz ve bu oyunlarda neleri öğrendiğimizi de…
Bazıları oyun denemeyecek kadar basit olan, kuralı sadece bir tane olan,
zamanın gençleri ve büyükleri tarafından anlaşılmayan ve hatta tuhaf bulunan
oyunlardan bahsediyorum. Atçılık oynama, “tıp” oyunu, beş taş gibi… Tabi
bizlerin çocukluğunda şimdiki çocukların zenginliği yoktu, ne bebeklerimiz ne
de oyun konsollarımız oldu. En gelişmiş oyun araçları tetrisler ya da Commodor
64’lerdi ve onlar da belli bir gelir seviyesine hitap ediyordu.
Amacım duygu sömürüsü yapmak ya da
modern zamanlar ve tüketim toplumu söylemlerine girmek değil. Amacım oyunlarımızın tüm duyularımıza hitap
eden deneyim zenginliğini hatırlatmak. Tıp oynarken birbirimizin gözlerine
baktığımızı, sessizliği deneyimlediğimizi, beden dilimizle bir şeyleri
anlatmaya çalıştığımızı; beş taş oynarken sırayı nasıl takip ettiğimizi, taşı
görmenin, ona dokunmanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatmak. Tüm bunları
yaşarkenki sesleri, tatları, kokuları ve yumuşaklığı tüm netliği ile gözünüzde
canlandırmak.
Şimdi size bebeklerle oynamanın
nasıl bir dışa vurum ve duygusal gerginliği azaltma yolu olduğunu anlatabilirim
ya da bilgisayar oyunlarının çocukların strateji geliştirme ve planlama
becerileri üzerindeki etkisinden bahsedebilirim. Bu sayede bilimsel olarak
oyunun öneminden bahsetmiş ve belli bir konuda anlayış geliştirmiş olabiliriz
etkileyen ve etkilenenler olarak. Ancak çok sıradan oyunları unuttuğumuz bu
günlerde, kendi tatlı çocukluğumuza uzanıp o zenginliği hayal etmenizi sağladığımda
daha başka bir yere ulaşabilirim. Zaten bildiğimiz ve unuttuğumuz bir
güzelliği, yaşantının kendisinin bize neler kazandırdığını tüm duyularımızın
hafızasından geri çağırabilirim.
Zihin unutur ancak beden unutmaz. Psikolojik travma çalışmaları bu
söylem üzerinden şekillenir. Bu söylemin sadece travma gibi olumsuz deneyimlere
ilişkin olmadığını gözlerinizi kapatıp hayal etmeye başladığınız an sizler de
anladınız. Bedenin hafızası engin bir deniz gibidir, yaşanmış her şeyin bedende
bir izi vardır. Duyularımız kayıt tutar ve kötü şeyler kadar iyi şeyleri de
depolar. O zaman yaşamın deneme tahtası olan oyunun da işlevi sadece zihnimizi
uyandırması ve harekete geçirmesi değildir. Duyularımızı uyandırıp, bedenimizi
ve ruhumuzu beslemektir. Oyunda sadece görme duyumuz etkin değildir; dokunuruz,
tadarız, koklarız, hissederiz, duyarız ve söyleriz... Görünüşte ve söylemde tek
amaç eğlenmektir çocuk için ancak böyle zengin bir eğlence çocuğun hayata
yönelimini güçlendirir.
Başta söylemiştim, deneyimi
anlatmak kolay değildir diye… Buna bir ek yapabilirim bu aşamada; deneyimi
anlatmak kolay değildir ancak tekrar deneyimlemek ya da deneyimlenmesine eşlik
etmek imkansız değildir. Yazıma son verirken sizleri “nasıl?” sorusuyla baş
başa bırakıyorum. Sizler bu konuda bedeninizin ve zihninizin hafızasını
yoklarken, ben de sizler için deneyime hazırlık konusunda yazmaya çalışacağım.
Sevgiyle...
Beyhan ÖZPAR
Psikolojik Danışman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder