Bu yazı, hepimizi derin bir üzüntüye boğan Berkin Elvan'ın toprağa verildiği, 12 Mart 2014 tarihinde, yine Eğitimpedia'da yayımlandı. Bir daha böyle acılar yaşamamak, böyle yazılar yazmamak umuduyla, linki ile birlikte paylaşıyorum..
Berkin Elvan ve onun gibi, bir toplumun uyanmasının simgeleri olan pek çok kaybımız, ölümsüzdür...
Bugün
çok uzun zamandır ilk defa nereden başlayacağımı bilmiyorum. Nereden başlarım,
nelerden bahsederim, nasıl toplarım hiçbirini bilmiyorum; kafam karışık. Kafam
öğrendiklerim, öğrettiklerim, bildiklerim ve/veya bildiğimi sandıklarım
yüzünden karışık. Bugün her şeyi baştan düşünüyorum.
Okul
ne içindir? Okul bireylerde toplum bilinci, evrensel hak ve özgürlükler,
düşünceye saygı, ötekileşmeden ve ötekileştirmeden var olmayı öğrenmek içindir.
Eğitim ve öğretim etkinlikleri bu çerçevede şekillenir. Bireycilik,
“bireysellik, benmerkezcilik, izolasyon ya da narsisizm” anlamına gelmez;
herkesin olduğu gibi var olabilmesi ve “insan” yerine konması anlamında ele
alınır. Okulda öğretilen ve öğretilmeye çalışılan her şey bu çerçeveden bakıldığında
anlamlıdır.
Peki,
okullar bu görevlerini ne kadar üstlenmektedir ya da ne kadarını
üstlenebilmektedir? Bir okul, içinde olduğu sisteme karşı görünen ancak o
sistemi geliştireceği şüphe götürmeyen bir tavır alabilir mi? Almalı mıdır?
Bundan
birkaç hafta önce, öğrencilerimizin yoğunluklu olarak yaşadığı semtlerden olan
Cihangir’de internet yasası protestoları dolayısıyla olaylar çıkmıştı. Hemen
akabinde okulda çocuklara toplumsal bilinç açısından bir açılım getirelim diye
tartıştığımız bir toplantıda; “bunu nasıl yapacağımız çok önemli, çocukların
çok içinde oldukları bir süreç var ve şimdilik bu riskli olabilir.” diyerek o
konuya girmenin zamanı olmadığının ateşli bir savunucusuydum. Şimdi düşünüyorum
da “peki o uygun zaman, ne zaman”?
Bir
şeylerin içinden geçiyoruz. Hep savunucusu olduğum o “içinde olduğumuz gerçek
yaşama çocuklarımızı dahil etmek”, tam şimdinin görevi gibi geliyor. 14 yaşında bir çocuk, ekmek almaya giderken,
ülkesinin insanları gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmaya çalıştıkları,
evrensel hak ve özgürlüklerini kullandıklarında susturulmaya çalışıldıkları bir
gün, başından vuruluyor. Bu çocuk aylarca yaşama tutunmaya çalışıyor. Dün sabah
artık tutunamadığı, kısa süren yaşamı son buluyor ve bildiğimiz dünyadan
ayrılıyor. Tüm bunları uzaktaki belli bir mesafeden izlerken, bir anda acının
uzaklıkları aştığını ve herkesin yüreğini yakabileceğini öğreniyoruz.
Sınıfta
bir öğretmen yaşadığı üzüntüyü ve çocuğun başına gelenleri paylaşıyor. Çocuklar
kendi aralarında konuşuyor. Öyle büyük çocuklar değil, 6-7 yaşlarında çocuklar.
Biri diyor ki “bu polislerin suçu”; bir diğeri “ama çok gaz varmış, belki
görmemişlerdir”; bir başkası “isteyerek olmamıştır” diyor ve sonuncusu da “ama
başbakanı nasıl koruyacaklar” diye bitiriyor sohbeti. Öğretmen karışmıyor bu
sohbete, sadece dinliyor. Çocuk dünyalarından gördüklerine karışamıyoruz.
Sonrasında ise üzerinde düşünüyoruz, bu nasıl okunabilir diye.
Okumalardan
biri şu olabilir; “çocuklar klasik olarak suçlu/suçsuz ayrımı yapmaya gitmişler”.
Bir başkası şöyle olabilir; “çocuklar suç unsurunu arıyorlar, suça
odaklanıyorlar; ancak suç unsuru yok – o zaman mutlaka bir kaza olmalı”. Ya da
şöyle diyebiliriz; “sonuncu çocuğun ailesinde neler konuşuluyor Allah aşkına?”.
Söyle de denebilir tabi; “ sonuncu çocuğun güce atfettiği şeyler çok önemli ve
gücün korunması lazım, sanırım onun için güçlü olmak kıymetli bir şey”.
Bunların her biri doğru olabilir; tam anlamıyla ya da sınırlı bir biçimde. Ya
da tamamen yanlış olabilir hepsi.
Ben
şimdi başka bir okuma yapmaya çalışacağım. İlk çocuk sanırım ölümle ilgili
kaygısını dile getiriyor ve buna sebep olanlarla ilgili öfkesini dile
getiriyor. İkinci çocuk inanmıyor duyduklarına ve mutlaka başka bir şey
olmuştur demeye çalışıyor. Üçüncü çocuğun ise güvenmesi gerektiği söylenmiş
kişilerin, hayatı tehdit eden tutumlarını aklının almadığını söylemeye
çalışıyor zannımca. Ve sonuncusu da, yok canım mutlaka bir tehdit vardır ve
hani önemli ya başbakan onu o tehditten korumak için yapılmış olanlar kötü
olamaz herhalde demeye çalışıyordur belki.
O
halde tekrar bakalım duruma. Çocuklara yerel ve genel yönetimlerle ilgili,
hayat bilgisi dersindeki sınırlı bilginin dışında ne veriyoruz? Okulda meclis
ya da sınıf başkanı seçimleri demokrasi bilincinin aşılanması için ne kadar
yeterlidir? Bu bir bilinçlendirme midir? Güvenlik nedir? Güvenliğimizi
korumakla görevli kişilere nasıl güvenebiliriz? Toplum güvenliği mi,
seçilmişlerin güvenliği mi önemlidir? Seçilmişler ne için seçilmiştir?
Seçilmişler kimi temsil eder? Güç ne zaman zorbalığa dönüşür? Kişi hak ve
özgürlüklerinin korunması öncelikler arasında mıdır? Özgürlük nedir; serbestlik
ve başıboşluk mudur? Neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl yapacağımızı nasıl
öğreniriz? Bir kişinin özgürlükleri, bir toplumun özgürlüklerinin önünde midir?
İçinde yaşadığımız topluluğa hizmet etmesini beklediğimiz kişiler bu topluluğa
karşı hareket ettiklerinde sessiz mi kalmalıdır? Tüm bunlarla ilgili farklı
fikirlere de sahip olsak ortak uygulamalar bulabilir miyiz? Farklı düşüncelerimize
karşın birlikte yaşayabilir miyiz? “Biz” dediğimiz zaman bir “onlar” yaratmak
zorunda mıyız? “Onlar” diyerek ötekileştirmeden, hep beraber, ortak bir zeminde
buluşup “biz” olamaz mıyız? Davranışlar, yetki, sorumluluk ve inisiyatifler
nasıl ele alınmalıdır? Davranışlarımızın sorumluluğu kime aittir? Bu
sorumluluğu üstlenmek ve bununla yaşayabilmek de bir özgürlük değil midir?
Bu
ve benzeri binlerce soru olabilir. Bir çocuğun bir ülkeyi acıya boğarak ölmesi;
onlarca gencin demokratik ve insanca haklarını savunurken ölmesi, sakat
kalması; bir halkı temsil eden anayasal bir grubu düşünceleri bizimkine hiç
benzemiyor diye sürekli dışarıda tutmak ve hem o halka hem de temsilcilerine
kötü muamele etmek; bir futbol takımının hem temsil ettiği değerler hem de
atletik başarısı yüzünden yaşamsal tehdit altında olması; ve yine sayamadığım
pek çok durum, yukarıdaki soruların okul sistemleri içinde tartışılmaması ve
yerini bulmaması kaynaklı bir körlükle ortaya çıkar.
Bugün
Berkin Elvan toprağa veriliyor. Ardında acılar içinde bir anne baba, aynı acıyı
daha önce yaşamış ebeveynlerin tazelenmiş yaraları, bir toplumun sızlayan
vicdanı ve kanayan kalbini bırakıyor. Ve biz okullarda susuyoruz. Çünkü
çocuklar bunu anlamazlar, bu onlar için çok korkutucu diyoruz. Galiba aslında
kendimiz içinden çıkamıyoruz ve “bilmiyorum, ben de korkuyorum” diyememek
yüzünden de konuşmamak en akıllıca olan gibi görünüyor.
Okullar
ne içindir? Okul toplumun bir aynası ve prova yeri ise, neden toplumsal yaşamın
gerekliliklerini konuşmak için bekliyoruz? Neden içinde yaşadığımız sosyolojik,
antropolojik, psikolojik, etik ve demokratik koşulları yaşı kaç olursa olsun
çocuklarla konuşmuyoruz? Siyasallaşmaktan mı korkuyoruz yoksa içinden çıkamayıp
gücümüzü kaybetmekten mi? Bunu çok küçük yaşlardan itibaren konuşmazsak, bu
bilinci çocuklara aktarmayı nasıl düşünebiliriz? Onları da evrensel hak ve
özgürlükleri bilen, buna saygı duyan, toplumsal bilince sahip olan bireyler
olarak yetiştirmemiz nasıl düşünülebilir?
Şimdi
bildiklerimi ve bildiğimi sandıklarımı yeniden düşünüyorum. Kendi içimde bir
karmaşa var ve ben durulmasını bekliyorum. “Eğitimi yeniden düşünmek” dediğimiz
zaman, yukarıdaki her şeyi bir daha düşünmemizin zamanının çoktan gelip
geçtiğini hissediyorum.
Şimdi
değilse ne zaman?
Beyhan ÖZPAR
“İnsan”
http://www.egitimpedia.com/bakis-acisi/okul-toplum-bilinci-ve-olum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder