Günümüzde en büyük ebeveyn
uğraşlarından biri çocuklarının okul yaşantılarına ilişkin kaygılarını
gidermektir. Bu yüzdendir ki “doğru okulu seçmenin” hem ebeveynler için hem de
eğitimciler için en popüler tartışma konularından biri haline geldiğini
gözlemlemek çok kolaydır. Peki, “doğru” okul nedir; okulu “yanlış” yapan nedir
ve tabii ki “okul aslında kimin içindir”?
Yetişkinler olarak bizler
kendi çocukluk deneyimlerimizin benzerlerini kendi çocuklarımız yaşamıyor diye
sürekli şikâyet ederiz. Günümüzde her şeyin yüzeysel ve suni oluşunu tartışır,
sokakların ve oyun alanlarının yetersiz ve “tekinsiz” olduğundan bahseder
dertleniriz. Sonra çocukluğumuzun
güzelliğini unutarak, yetişkin pencerelerimizden yine çocuklarımız için en
“doğru” olanı seçmek için didinir dururuz. En doğruyu ne belirler, en doğru
nedir, mutlak bir en doğru mümkün müdür diye düşünmeyiz bile…
Kaygı Üzerine isimli
kitabında Renata Salecl ebeveynlik kaygılarından ve kaygılanma şekli açısından
iki farklı ebeveyn grubundan bahseder.
Birinci grup ebeveyn çocuğu için en iyisini yaptığından kaygı duyan ve
onun için daha iyi olmaya çalışan bir gruptur. İkinci grup ise kendisinin
ebeveynliğinden hiç şüphe duymayan ancak çocuklarının “iyiliğinden” endişe eden
gruptur. Farklı tutumlar geliştirseler de ortak paydalarının “okul” seçmek gibi
toplumsal bir işleve yönelik çabalarında bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ancak bu çabaları da kaygılarına göre farklı boyutlarda tepkilere neden olur.
Lacan, kaygının, bir eksiğin
yerini “aslında o boşluğa uymayan” bir başka şeyle doldurulmasından doğan bir
tepki olduğunu vurgular. Çağdaş tüketim toplumlarının ise “eksik olanla”
ilişkisini ve bu eksik olana duyduğu “tahammülsüzlüğü” anlatmak için sayfalar
yetmez. Günümüz toplumlarında (gelişmiş, gelişmekte olan v.s. bir ayırıma
gitmeden; kendi içsel süreç ve ritüellerine sadakat taşıyan ilkel toplulukları
dışarıda tutarak) eksiğin kabul edilemez olduğu bir gerçektir. Bu eksik ya
bilgiyle ya görgüyle ya da deneyimle doldurulmalıdır. Ancak eksiğin deneyimlenmesi –mesela “can
sıkıntısı”- gerçekleşmemelidir. Modern insanın bitmez tükenmez kaygısı da işte
burada kendini gösteriverir… Daha fazla bilme, daha fazla öğrenme, daha fazla
deneme, daha fazla yaşama daha fazla “olma”; ancak gerçekten var olmaya zaman
ayırmama…
Şimdi gelelim ebeveyn
kaygıları ve okul seçme konusuna… Modern zaman ebeveynlerinin okul seçimi
konusunda hep bir tereddüt içinde olduğundan bahsetmiştik zaten. Asıl konumuza
gelirsek bu tereddüt nereden gelmektedir? Bir ebeveyn niçin çocuğuna bir okul
seçmeye çalışırken kendisine bir araba almaya çalışıyormuş gibi davranır? Acaba
arada unuttuğumuz bir şey var mıdır? “Gerçek ve doğal çocukluk ihtiyaçları”
neden yetişkin kaygılarının içinde kayboluverir?
Birinci gruptaki ebeveynler
her zaman çocukları için iyi olanı yapmaya çalıştıkları için asla doğru karar
verdiklerinden emin olamazlar. Hep bir eksik vardır ve bu eksiğe kimin tahammül
edemediği de aslında az önce bahsettiğimiz gibi çok açıktır. İkinci grup
ebeveynler ise hangi okulu seçeceklerinden çok emindirler ancak çocuklarının bu
okulla nasıl bir etkileşim içine gireceğini pek dikkate almazlar. Bir bakmışız
ebeveynler çocuklarını unutup kendileri için okul seçmiş olurlar.
Çocuk mutlu değildir…
Birinci grup ebeveyn için bu, kendisi yanlış bir karar verdiğindendir. Zaten o
eğitim modelinde şöyle bir eksik vardır, öğretmen böyle uygun değildir, fiziki
koşullar şundan sıkıntılıdır, malzemeler çok kalitesiz, bakıcısı çok cahildir…
Bu eksikler çocukların %1’ine denk gelmektedir ve nasıl olur da bu denk
gelebilme ihtimalini ebeveyn düşünememiştir? Nasıl olur da bu eksikleri, daha
doğrusu o eksikleri nasıl dolduracağını önceden kestirememiş ve planlamamıştır?
Orada, dışarıda bir yerde mutlaka çok daha “tam” ve “iyi” bir okul vardır. Ama
ebeveynlik zor, kaygıyla yüzleşip “hata yaptım” diyebilmek daha zordur; o zaman
“biz kötü ve yanlış olacağımıza, okul kötü ve yanlış olsun” daha iyidir. Oh; dışarıya at ve rahatla… İkinci
grubun ebeveynleri için bu daha katlanılmazdır. Bu çocuğun nesi vardır ki
hiçbir yerde mutlu olamamaktadır? Okullar içinden en iyisi seçilmiş, öğretmenin
en doğrusu bulunmuş, eğitim yöntemlerinin en doğrusu belirlenmiş, kitap, defter
v.s. en iyisi alınmış, bakıcının en iyisi tutulmuştur. Nasıl olur da çocuk
mutlu değildir ve yine “okul değiştirmek” gereklidir. Ya da ne okul
değiştirmesi, en doğrusu bulunmuşken çocuğun buna uyum sağlamaması nasıl mümkün
olabilir? O zaman yine ebeveyn olarak ben hata yapamam ve okulu ben seçtiğime
göre okul da hatalı olamaz; o zaman hatalı ve yanlış olan “çocuktur”. Bu
çocuğun nesi vardır? Oh; dışarıya at ve
rahatla…
Peki, tüm bu eksiklik,
yanlış seçim ve belirsizliğe rağmen “doğru okulu” bulduğuna inanan ebeveynler
kimlerdir? Cevabı zaten bulduğunuza inanıyorum. Kendi kaygılarını çocukların
ihtiyaçlarından ayırabilen ebeveynler “doğru” okulu yani aslında “uygun” okulu
seçer… Çocuk olmanın ne demek olduğunu hatırlamışlar, kendi çocuklarının
farkına varmışlardır. Kendi kaygılarıyla çocuklarının kaygı ve ihtiyaçlarını
ayırabilmişlerdir. Çocuklarının doğal bir öğrenme yeteneği olduğunu
unutmamışlardır; bu yeteneğin ortaya çıkması için desteklerini verirler ancak
zorlamazlar. Mutsuzluğun da mutluluk kadar gerekli olduğunu, bazı eksiklerin
“gerçek hayatta” hiçbir zaman doldurulmayacağını, kaygı duymanın o kadar kötü
olmadığını kendilerine hatırlatırlar ve bunu yaşarlar. Bunu yaşarken
çocuklarına, bunu yaşamanın “kötü, istenmeyen ve yanlış” bir şey olmadığını da
doğal bir şekilde öğretirler. Kararında bir engellemenin, hayal kırıklığının
insanı geliştirdiğini bilirler. Ayrıca uygun olmayan bir karar verebilmek,
olumsuzluğun deneyimlenmesi ve kaygı duymak için de kendilerine izin verirler.
Dolayısıyla okul seçerken
bir ebeveynin kendine soracağı en önemli iki sorunun “bu okulu kimin için
seçiyorum?” ve “bu kimin ihtiyacı?” olduğuna inanıyorum. Bu sorular, “bu okul
hangi yöntemi, nasıl ve nerede uyguluyor” araştırmasının ardından geldiğinde
tamamlayıcıdır. O zaman “yanlışlığın” telafi
edilebilmesine olanak sağlanır… Ne
okul, ne ebeveyn ne de en önemlisi çocuk “yanlış” olur; sadece olması gereken
vuku bulur.
Yanlış anlaşılmasını
istemem, kaygı duymamaktan ve kaygıyı kontrol etmenin ne kadar iyi bir şey
olduğundan bahsetmiyorum. Kontrol etmeye çalışıp küçük bir boşluğu doldurmaya
çalıştıkça ne kadar büyük boşluklar yarattığımızdan ve yok edip kontrol etmek
yerine “gerçek” ve dozunda bir kaygının içinden geçmenin öneminden
bahsediyorum. Kaygı bizi yaşamla, ölümle, toplumla, kendimizle; var oluşumuzun
özüyle temasta tutar. Bu tür bir kaygı çocuklarımıza bırakacağımız çok önemli
bir mirastır.
Bir psikolojik danışmanın
gözünden okul, büyümeye ve toplum içinde var olmaya çalışan bir çocuk,
kendisine bakma cesareti gösteren bir ebeveyn ve tüm bunlardan kendine görev ve
sağduyu oluşturmuş bir ekip için paha biçilmez bir “kurumdur”. Ve ne olursa olsun;
okul herkes içindir, her yer okuldur.
Beyhan ÖZPAR, Psikolojik Danışman
Kaynaklar:
Renata
Salecl, Kaygı Üzerine – Metis Yayınları
J.D.
Nasio, Jacque Lacan’ın Kuramı Hakkında Beş Ders – İmge Kitabevi
http://www.egitimpedia.com/egitim-2/okul-kimin-icindir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder