Bazı
sorular vardır, bazen ne sorulması ne de cevaplanması hedefine uygun bir anlama
ulaşamaz. Bu soruların bir kısmının hiç sorulmaması makbuldür; sorulduğu zaman
alınan cevap yanında belli yükler ve sorumluluklar getirir. “Psikolojik yardım
amacıyla terapiye gelen çocuk kimdir ve aslında ne ister?” bu sorulardan
birisidir.
Bu
soruya cevap aramaya başlamadan önce başka bir soruya cevap aramak gerekir;
sorunun asıl muhatabı olan “çocuk”
kimdir? Sosyolojik, biyolojik, antropolojik ya da psikolojik – başka
disiplinlerce de- farklı açıklamalara bilimsel temelde bir cevap aramak
mümkündür. Ancak tüm bu açıklamalardan bağımsız, bu soruyla karşılaşmış her
insanın aklına gelen bir “çocuk” imajı anında beliriverir. Bu çocuk imajları
temelde şeklini “çocukluğunu unutmuş” , kendini yetişkin olarak ortaya koyan ve
yaşamda uzun zaman geçirmeyle bağlı deneyimlerin çokluğundan, bu deneyimler
çokluğu ve deneyimlerden çıkarılan zihinsel çıkarımlara fazlasıyla yaslanan
şemalardan alır; sonucunda da kavramsal tanımlara ulaşılabilir. Diğer taraftan çocuklar tüm bu zihinsel
yaslanmalardan uzak bir şekilde ve dünyada daha kısa bir süredir bulunmaktan
kaynaklı sınırlı bir yaşamsal deneyimle, çocukluklarını yaşamaya devam ederler.
Bazıları için çocuk edilgen boş bir levha, bazıları için sınırsızlığın
temsilidir. Arkaik bir şema olarak çocuk imgesini arketipal bir temele
oturtursak eğer, C.G. Jung “kozmik çocuk”dan bahseder. Kozmik çocuk, sınırsız
gelişim ve büyüme potansiyeline sahip bir imgedir. Bir arketip olarak ise bu
sınırsız büyüme ve gelişme potansiyeli, her bir bireyin deneyimleri ve
deneyimlerinden ulaştığı sonuçlar olarak karşımıza çıkar.
Temel
sorumuza geri döndüğümüz zaman, yardım almaya gelen çocuğu tanımlamak kendi içinde
hem kolaylıklar hem de zorluklardan bahsetmeyi gerektirir. Cevaplama sürecinde de
önce kolaylıkları, ardından çocuk imajını ve zorlukları birlikte ele almakta
yarar vardır.
Kolay
tarafından baktığımız zaman yardım almaya gelmiş çocuk, aslında yardım alması
için getirilmiş bir çocuktur. Tanımlayamadığı bir sıkıntısı ve bunu ortaya
koyan davranışları vardır. Onu yardıma yönlendiren, getiren kişi/kişiler
tarafından bu sıkıntıları davranışlarıyla tanımlanmıştır. Adı “uyum bozukluğu”,
“alt ıslatma”, “tırnak yeme”, “davranış bozukluğu” gibi çeşitli başlıklarda,
önden tanımlanarak getirilmişlerdir. Yani aslında bu sıkıntı bir yetişkin
tarafından “tanımlanmıştır”; hatta bu sıkıntı başlıca yardım almasını
gerektiren sebeptir. Yapılacak sonraki adım bu sıkıntıyı gidermek, yani aslında
tanımlanmış olan davranışları “yok etmek/değiştirmektir”. Bu perspektiften bakılınca bu çok kolaydır.
Çünkü zaten çocuk edilgendir, yetişkinler onun için durumu tanımlamıştır, onun
öz deneyimi ile ilgili yetişkin yaşam deneyimi çerçevesinden bir tanımlama
yapılmış ve sonra olması gerekenlere ilişkin bir yol haritası çizilmiştir.
Geriye kalan şey, çocuğun seanslar boyunca terapi odasına gelmesi ve bu
sıkıntısının “düzeltilmesi” olur. Düzeltme işleminde beklenen şey de önceden
belirlenmiştir genellikle; terapi seanslarının sadece çocukla olması, terapi
odasına sadece çocuğun girmesi, mümkünse bu süreçte sorun neyse düzeltilmesi ve
bir daha nüksetmemesi gibi formülasyonlarla karşılaşılır. Bu ise hem yardıma
yönlendirenin (genellikle okul, sınıf, eş/dost/akraba çevresi gibi) hem yardıma
getirenin (anne, baba ya da ikisi birden) hem de terapistin işini çok
kolaylaştırır.
İşin
zor tarafını ele almaya başladığımızda işler karışır. Öncelikle çocuğu bir daha
ele almak gerekir. Çocuk, tek başına var olmuş bir “nesne” değildir. Onu var
eden biyolojik bir temelin yanında, sosyal, kültürel, dilsel ve ruhsal bir
çevrenin ürünüdür. Bununla beraber çocuk yaşam deneyimi açısından bir yetişkine
kıyasla dünyada geçirdiği süre kısadır, dolayısıyla karşılaştığı durumlar ve
bunlara tepki verebilme becerisi sınırlıdır. Bu sınır onların deneyim ve
algılarını geliştiremeyecekleri anlamına gelmez, aksine tüm deneyim ve
anlamlandırmalara açtırlar. Tam bu aşamada içine doğdukları çevre, deneyimler sunmaya
ve bu deneyimleri anlamlandırmalarına rehberlik eder. Zorluklar bu noktada
başlar.
Eğer
çocuk imajınızda yukarıda değindiğimiz bakış açısına sahip değilseniz haliyle
düzeltilmesi gereken hep çocuk olacaktır ve terapiye getirilen çocuk budur.
Yanlıştır, eksiktir, sıkıntılı ve yamuktur; doğrulanması, tamamlanması,
rahatlatılması ve düzeltilmesi gerekmektedir. Bu süreç boyunca da çevresel
hiçbir düzenlemenin gereği, ruhsallığın dolayısıyla davranışların yeniden
inşasına yardımcı olacak yakın çevrenin dönüşümü sınırlı olacaktır ya da hiç
olmayacaktır.
Etkileşimsel
çevresinin etkisi altında olan ve kendi de etkileşim sürecinin içindeki bir
varlık olarak çocuğu ele aldığımızda terapiye kim ya da kimler gelir?
Fenomenolojik yöntem gereği odada bulunan sadece çocuk olmaz. Aslında terapi
odasında; terapist de dahil olmak üzere, çocuğun etkileşim içinde bulunduğu tüm
parçalar ve onların oluşturduğu bütünden daha fazlası olan sistem, çocuk ve
çocuğun davranışları vasıtasıyla kendine ifade bulur.
Psikanalist,
dilbilimci ve bir düşünür olan Lacan’a göre ruhsallığın gizli parçası olan
bilinç dışı, dil gibi yapılanmıştır ve ruhsallığın temsilleri göstergelerden
oluşur; gösterge hem şekil hem de o şeklin
anlamıdır. Bu göstergeler onları dil ya da davranışlarla ortaya koyma şeklinde
tanımlanabilecek bir gösterene –şekil- ihtiyaç duyar. Bir sistem ve/veya etkileşimsel
bir ağ söz konusu olduğunda çocuklar, Lacancı bir bakış açısıyla, sistemin
bilinçdışının “göstereni” olarak ortaya
çıkar. Göstergeyi oluşturan diğer parça olan “gösterilen” –anlam- ise çocuğun
sıkıntısı olarak gözlemlediğimizdir.
Bir
çocuğun deneyimini, deneyim sonundaki karmaşasını ve bu karmaşadan doğan
duygulanımını anlamlandırma becerisi kısıtlıdır ya da hiç yoktur.
Anlamlandırmayı ister ancak içinde bulunduğu gruba aidiyetini de korumak ister.
Bu bir gruba ait olma ihtiyacı dolayısıyla, deneyimini anlamlandırmasına destek
olacak ve rehberlik edecek yetişkinlerden nasıl yardım isteyeceğini, yardım
isterse onlarda nasıl bir etki bırakacağını ve dolayısıyla alacağı tepkinin ne
olacağını bilemez. Ayrıca alacağı tepkinin aidiyetini tehlikeye atması ile
ilgili tanımlayamadığı içsel bir korkuyla orada bulunmaya, gruba tutunmaya
çalışır. Yine de sistem içinde herkesin işbirliğini gerektiren bir konu
olduğunu ifade etmenin bir yolunu bulma ihtiyacındadır. Bu sebeple dolaylı
yollar kullanır, davranışlarla ihtiyacını dile getirmeye çalışır. Bu dile
getiriş bazen aşırı yıkıcı tutumlar, bazen içe çekilme bazen öğrenmeye ilişkin sorunlar
gibi pek çok şekilde karşımıza çıkabilir. Böyle baktığımız zaman çocuğun ortaya
koyduğu sadece çocuğa ait düzeltilmesi gereken bir konu olmaktan çıkar,
sistemin tüm bileşenlerini göreve çağırır.
Terapi
odasına giren çocuk vasıtasıyla annedir, babadır; varsa kardeşlerdir. Ve bu
halkalar merkezde çocuk olacak şekilde, içten dışa doğru çoğalarak tüm topluma
yayılır. Tüm bu bileşenlerin her birinin
getirdikleri kadar birbirleri ile ve çocukla etkileşimleri terapi odasında
kendisine yer bulur. Bu sadece çocuğun fiziksel ve ruhsal olarak ortaya
koyuşları ile gerçekleşmez. Bazen sistemin parçaları da fiziksel ve ruhsal
olarak terapi odasında bulurlar kendilerini. Dönüşüm, gelişim, değişim terapi
odasında ancak bu yolla vuku bulur; bunun için de bu acılı yolda eşlikçilerin
hazır olması ve kendilerine düşen payın baştan farkında olmaları önemlidir. Bir
çocuğun acısı ancak onu var edenlerin acılarıyla anlam bulabilir ve çocuğun bu
acıdan geçebilmesine ancak kendi acılarından geçebilen yetişkinler yardım
edebilir.
Terapi odasına
psikolojik yardım almak için gelen çocuk kimdir? İçinde bulunduğu sistemin acılarını
taşıyan ve bununla baş etmeye çalışan, ancak bu acıyla ne yapacağını, onu
nereye koyacağını, acıdan nasıl geçebileceğini bilmeyen küçük bir ruhtur. Bu
ruh, içinde bulunduğu sistemin acılarının temsilcisidir. Tüm sistemi terapi odasına getiren, sistemin en değerli parçasıdır.
Beyhan ÖZPAR
Psikolojik Danışman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder