Futbolun hayata egemen olduğu bir coğrafyada kadın olmak bazen
çekilmez olsa da aslında futbolun bize hayat hakkında öğrettiği pek çok şey var
diye düşünüyorum. Hatta bir adım ileriye giderek, futbolun hayatın bir temsili
olduğu ve belki kendi hayatlarından memnun olmayan kitlelerin yeni, farklı bir
hayat yaşama şansı olduğu için bu kadar önemli olduğunu söyleyebilirim genel
gözlemlerimden yola çıkarak. “Uçtum” mu? Aşağıda bazı gözlemlerimi paylaşmaya
çalışacağım ve siz karar verin benzerlikler konusunda; nasıl olsa “uçmak
serbest”… Hatta belki benim kaçırdığım bazılarını sizler bulup
ekleyebilirsiniz.
Başlarken her maç bir
mücadele ve belirlenmiş oyun stratejileri olarak başlar. Sonra “avantajlı”
takımlar hayal kırıklığı yaşayabilir, yıldız oyuncular düşebilir ve hiç fark
edilmemiş gizli yıldızlar parlamaya başlayabilir, sürpriz takımlar şampiyon
olabilir... İnsan hayatının bir özeti gibidir, kötü koşullarda yetişip önemli
bir kişi olabilirsiniz ya da en yüksekten başlayıp hayata hızla
tükenebilirsiniz.
Maç 90 dakika… Bu tıpkı kendimize biçtiğimiz ortalama yaşam süresi
gibi bir zaman dilimidir aslında. Mesela kar şiddetle yağabilir ve maç iptal
edilebilir… Taraftarlar “nasıl?” diye tepkiler gösterirken hakem hava
koşulları, izleyicilerin olumsuz tutumları gibi şimdilik sadece ikisini
sayabildiğim sebeplerden dolayı maçı erken bitirebilir. Tıpkı bir hayatın
erkenden, öngörülemez bir biçimde sonlanması gibi… Ya da bakmışsınız uzatmalar
oynanmış hatta iş penaltılara kalmış… Beklentinizi aşan ve ne zaman
sonlanacağını merak ettiğiniz uzun yaşamlar gibi maç uzayıvermiş.
Bir futbol takımı belli mevkiler, yedek kulübesi, teknik ekip, yöneticiler
ve taraftarlardan oluşur… Bir insan da aynen bu şekilde hayatta farklı
pozisyonları farklı zamanlarda ya da aynı zamanda farklı ortamlarda
deneyimleyebilir. Sadece bu da değil; bazen bu yolla kendimizi sorgulayabiliriz
belki de… Bir forvet gibi önde mi oynuyoruz tüm oyunlarımızı yoksa bir yedek
oyuncu gibi sıramızı mı bekliyoruz arzulu ve endişeli? Antrönerler ve masörler
gibi sürekli birilerinin hazır olması veya hazır olmaması durumunda mı
çıkıyoruz sahaya ve görünüyoruz? Yoksa bir teknik direktör gibi miyiz elimizi
çok fazla taşın altına koymayan ama sürekli nerede ne yapılacağı konusunda
diğerlerini yönlendiren…
Kaçan gollere ve pozisyonlara ne demeli? Her şey çok iyi
planlamıştır ve gole giden yolda harika bir atak yaparsınız. Paslar atılır, top
ayağınızdadır ve o şahane anda karşı takımın kalecisi topu tutar, top dışarıya
gider, hay Allah offside olmuştur, direğe çarpıp seker ve hatta belki karşı
atakla gol bile yiyebilirsiniz… Hayat da böyle değil midir? Hazırlanırsınız, o
harika fırsat elinizdedir ve maalesef kaçıp gidebilir. Ya da belki siz gol
atmayan ama o mükemmel koşulları hazırlayansınızdır ve bazı maçlarda gördüğümüz
gibi arada mevkiinizden çıkıp şansınızı gol atmak üzere denersiniz, ya tutarsa?
Ve hatta hep golleri tutmak zorunda kalansınızdır belki… Ancak çok riskli
durumlarda ya da artık maç bitmek üzereyken kalenizden çıkıyorsunuzdur. Daha da
kötüsü, sonuç kötü olursa sizi en azından denediğiniz için takdir edip üzüntünüzde
eşlik edecek pek az kişi çıkar; gerisi sadece kızgınlık ve kahırdır…
Yedek kulübesi başka bir yaşam formudur; pek çoğumuzun “yedek
kulübesi” hayatı yaşarız aslında. Bekleriz, izleriz, maç oynanır ve biz
oynayanları görüp onlardan biri olmayı hayal ederiz. Bazen o an gelir ve sahaya
çıkabiliriz; mevkii fark etmez, kendimizi gösterme zamanlarıdır onlar. Yedek kulübesinden
çıkıp devleşmek gerçek bir şanstır her zaman, o muhteşem fırsatın geri tepmesi
mümkündür. O mühim golü, önemli pası atamayabilir ya da kaçırabilir veya yedek
kulübesinden çıkar çıkmaz sakatlanabilir ve oyun hayatınıza veda edebilirsiniz.
Yedek kulübesinde izleyen olmak beceriksiz ya da yetersiz olduğunuz anlamına
gelmez üstelik, sadece uygun zamanda, uygun yerde olup, uygun hareketi
yapamamış olduğunuz anlamına gelir. Ve hep içinizde bir yerlerde bunun böyle
olduğunu bilir, yine de beklersiniz.
Peki, taraftar nedir, kimdir, nasıl bir hayat yaşar? Endişeli taraftar
vardır, kendini takımıyla özdeşleştirir; tıpkı gerçek hayatta da kendinden yüce
bir şeyler arayan ve ona sıkıca bağlanıp o olmak isteyen insanlar gibi. Ya da
coşkuludur, öfkesi de neşesi de gürül gürüldür; izlediği yaşamın
heyecanlarından kendi yaşıyormuş gibi doyum sağlayan başkalarına benzer. Veya
kederlidir, küme çıkmanın, büyük liglerde oynamanın, şampiyon olmanın
hayallerini kurar ama kendisi gerçekleştiremez, onun parçası olmadığını bilir…
Başlangıç düdüğü ilk çığlık, sonlanma düdüğü cenaze töreni
gibidir. Rövanşlar olur bazen; bu ikinci şans dediğimiz önemli bir hastalıktan
ya da kazadan kurtulma da olabilir, ruhsal bir dönüşüm veya reenkarnasyon
inancımız da. Daha farklı ve daha “iyi” olacağı umudu taşınır ama sadece bir şansımız
olur… Ve sonrasında maç biter, lig sona erer.
İnsan hayatı gibidir futbol. Her biri çok önemli oyunlardır, her
bir bileşeni ayrı bir dünya ve yaşamdır. Aynı heyecanda, aynı solukta birleşir.
Günü geldiğinde tıpkı bir maç gibi sonlanır insan ömrü; geride ya büyük
zaferler, bol şans ya da çokça emek bırakır veya olmayan şeylerin üzüntüsü,
kaçan fırsatların ağırlığı ve iyi oynanmamış bir maçın pişmanlığı kalır.
Beyhan ÖZPAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder