20 Eylül 2014 Cumartesi

Futbol Hayattır, Gerisi Detaydır…



Futbolun hayata egemen olduğu bir coğrafyada kadın olmak bazen çekilmez olsa da aslında futbolun bize hayat hakkında öğrettiği pek çok şey var diye düşünüyorum. Hatta bir adım ileriye giderek, futbolun hayatın bir temsili olduğu ve belki kendi hayatlarından memnun olmayan kitlelerin yeni, farklı bir hayat yaşama şansı olduğu için bu kadar önemli olduğunu söyleyebilirim genel gözlemlerimden yola çıkarak. “Uçtum” mu? Aşağıda bazı gözlemlerimi paylaşmaya çalışacağım ve siz karar verin benzerlikler konusunda; nasıl olsa “uçmak serbest”… Hatta belki benim kaçırdığım bazılarını sizler bulup ekleyebilirsiniz.

 Başlarken her maç bir mücadele ve belirlenmiş oyun stratejileri olarak başlar. Sonra “avantajlı” takımlar hayal kırıklığı yaşayabilir, yıldız oyuncular düşebilir ve hiç fark edilmemiş gizli yıldızlar parlamaya başlayabilir, sürpriz takımlar şampiyon olabilir... İnsan hayatının bir özeti gibidir, kötü koşullarda yetişip önemli bir kişi olabilirsiniz ya da en yüksekten başlayıp hayata hızla tükenebilirsiniz.

Maç 90 dakika… Bu tıpkı kendimize biçtiğimiz ortalama yaşam süresi gibi bir zaman dilimidir aslında. Mesela kar şiddetle yağabilir ve maç iptal edilebilir… Taraftarlar “nasıl?” diye tepkiler gösterirken hakem hava koşulları, izleyicilerin olumsuz tutumları gibi şimdilik sadece ikisini sayabildiğim sebeplerden dolayı maçı erken bitirebilir. Tıpkı bir hayatın erkenden, öngörülemez bir biçimde sonlanması gibi… Ya da bakmışsınız uzatmalar oynanmış hatta iş penaltılara kalmış… Beklentinizi aşan ve ne zaman sonlanacağını merak ettiğiniz uzun yaşamlar gibi maç uzayıvermiş.



Bir futbol takımı belli mevkiler, yedek kulübesi, teknik ekip, yöneticiler ve taraftarlardan oluşur… Bir insan da aynen bu şekilde hayatta farklı pozisyonları farklı zamanlarda ya da aynı zamanda farklı ortamlarda deneyimleyebilir. Sadece bu da değil; bazen bu yolla kendimizi sorgulayabiliriz belki de… Bir forvet gibi önde mi oynuyoruz tüm oyunlarımızı yoksa bir yedek oyuncu gibi sıramızı mı bekliyoruz arzulu ve endişeli? Antrönerler ve masörler gibi sürekli birilerinin hazır olması veya hazır olmaması durumunda mı çıkıyoruz sahaya ve görünüyoruz? Yoksa bir teknik direktör gibi miyiz elimizi çok fazla taşın altına koymayan ama sürekli nerede ne yapılacağı konusunda diğerlerini yönlendiren…

Kaçan gollere ve pozisyonlara ne demeli? Her şey çok iyi planlamıştır ve gole giden yolda harika bir atak yaparsınız. Paslar atılır, top ayağınızdadır ve o şahane anda karşı takımın kalecisi topu tutar, top dışarıya gider, hay Allah offside olmuştur, direğe çarpıp seker ve hatta belki karşı atakla gol bile yiyebilirsiniz… Hayat da böyle değil midir? Hazırlanırsınız, o harika fırsat elinizdedir ve maalesef kaçıp gidebilir. Ya da belki siz gol atmayan ama o mükemmel koşulları hazırlayansınızdır ve bazı maçlarda gördüğümüz gibi arada mevkiinizden çıkıp şansınızı gol atmak üzere denersiniz, ya tutarsa? Ve hatta hep golleri tutmak zorunda kalansınızdır belki… Ancak çok riskli durumlarda ya da artık maç bitmek üzereyken kalenizden çıkıyorsunuzdur. Daha da kötüsü, sonuç kötü olursa sizi en azından denediğiniz için takdir edip üzüntünüzde eşlik edecek pek az kişi çıkar; gerisi sadece kızgınlık ve kahırdır…

Yedek kulübesi başka bir yaşam formudur; pek çoğumuzun “yedek kulübesi” hayatı yaşarız aslında. Bekleriz, izleriz, maç oynanır ve biz oynayanları görüp onlardan biri olmayı hayal ederiz. Bazen o an gelir ve sahaya çıkabiliriz; mevkii fark etmez, kendimizi gösterme zamanlarıdır onlar. Yedek kulübesinden çıkıp devleşmek gerçek bir şanstır her zaman, o muhteşem fırsatın geri tepmesi mümkündür. O mühim golü, önemli pası atamayabilir ya da kaçırabilir veya yedek kulübesinden çıkar çıkmaz sakatlanabilir ve oyun hayatınıza veda edebilirsiniz. Yedek kulübesinde izleyen olmak beceriksiz ya da yetersiz olduğunuz anlamına gelmez üstelik, sadece uygun zamanda, uygun yerde olup, uygun hareketi yapamamış olduğunuz anlamına gelir. Ve hep içinizde bir yerlerde bunun böyle olduğunu bilir, yine de beklersiniz.

Peki, taraftar nedir, kimdir, nasıl bir hayat yaşar? Endişeli taraftar vardır, kendini takımıyla özdeşleştirir; tıpkı gerçek hayatta da kendinden yüce bir şeyler arayan ve ona sıkıca bağlanıp o olmak isteyen insanlar gibi. Ya da coşkuludur, öfkesi de neşesi de gürül gürüldür; izlediği yaşamın heyecanlarından kendi yaşıyormuş gibi doyum sağlayan başkalarına benzer. Veya kederlidir, küme çıkmanın, büyük liglerde oynamanın, şampiyon olmanın hayallerini kurar ama kendisi gerçekleştiremez, onun parçası olmadığını bilir…

Başlangıç düdüğü ilk çığlık, sonlanma düdüğü cenaze töreni gibidir. Rövanşlar olur bazen; bu ikinci şans dediğimiz önemli bir hastalıktan ya da kazadan kurtulma da olabilir, ruhsal bir dönüşüm veya reenkarnasyon inancımız da. Daha farklı ve daha “iyi” olacağı umudu taşınır ama sadece bir şansımız olur… Ve sonrasında maç biter, lig sona erer.

İnsan hayatı gibidir futbol. Her biri çok önemli oyunlardır, her bir bileşeni ayrı bir dünya ve yaşamdır. Aynı heyecanda, aynı solukta birleşir. Günü geldiğinde tıpkı bir maç gibi sonlanır insan ömrü; geride ya büyük zaferler, bol şans ya da çokça emek bırakır veya olmayan şeylerin üzüntüsü, kaçan fırsatların ağırlığı ve iyi oynanmamış bir maçın pişmanlığı kalır.

 

Beyhan ÖZPAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder