26 Kasım 2015 Perşembe

Korkuyorum Anne…

İnsan sadece düşünen ve eylemde bulunan değil, aynı zamanda düşüncelerini ve eylemlerini şekillendiren duygulara da sahip bir canlıdır. Bu duygular bize arkaik ve evrimsel geçmişimizden miras kalmıştır. Hatta beynimizin bir bölümü olan “limbik sistem” bizim arkaik/duygusal beynimiz olarak adlandırılır ve duyu organlarımızdan alınan veriler ilk olarak burada işlenerek beynimizde ilgili merkezlere dağıtılarak işlenir. Bazılarımız duygusal beynimizden gelen verileri işlerken rasyonel olmayan unsurları daha kolay eleyebiliriz ve daha akılcı eylemlere yönelebiliriz. Algısal verileri kodlarken anlamlandırma sürecine duygularımızı dahil etmeyebiliriz. Veya tüm algısal verileri ve sadece duygusal sistemden gelen verilerle işleyerek sonuçlara ulaşır, kararlar verir ve bu kararlarla eyleme dökebiliriz. Süreç içinde nasıl bir yönelimimiz olursa olsun hepimiz “hissederiz” ve bu hisler olumlu ya da olumsuz her birimizde mevcuttur.
Arkaik beynimizde hissettiğimiz şeyler algının ötesinde, anlam yüklemek için içsel bir veriye dayanır ve biz bunlara “duygu” deriz. Bu sürçte algılamaktan değil, duyumsamaktan bahsederiz. Bazılarımız kendilerine tüm duyguları yaşamak için izin verir, bu sayede olumlu ya da olumsuz duygularının deneyime dönüşmesine fırsat verir ve onlarla baş etmeyi öğrenir.  Bazılarımız ise olumsuz duyguları yok sayar ve sadece olumlu duyguların hayatında var olmasına izin verir; bu olumsuz duyguları yok sayıp bastırırken ise genellikle sonrasında karşımıza nasıl çıkacağını bilemeyiz. Ancak bastırıla, yok sayılan duygular genellikle beklenmedik anlarda daha olumsuz sonuçlarla karşımıza çıkarlar. Oysa hep söylediğimiz gibi hayatta hem olumlu hem de olumsuz duygulara yer vardır. Hatta bir olumlu bir duygunun anlam bulabilmesi için olumsuz duygunun da hayatımızda yer bulmasına izin vermemiz, tüm duygularımızı oldukları gibi kabul etmemiz önemlidir. Sonuçta hissetmenin doğrusu ya da yanlışı yoktur.
Yetişkinler olarak kendi duygularımızla temas etme şeklimiz, bunlarla başa çıkma biçimlerimiz çocuklarımız için çok önemlidir. Duygularımızla ne yaptığımız ve onları nasıl yaşadığımızı izleyerek çocuklar kendi içlerinde kabul edilebilir olan ve kabul edilemeyen duyguları değerlendirirler. Bazılarını ebeveynleri de kendi duyguları ile daha güçlü baş edebilsin diye daha sık ortaya çıkarırlar, bazılarının ise güvenip yaslanmak istedikleri yetişkinler olan ebeveynlerindeki olumsuz ve yıkıcı etkisini gözlemleyip asla onlara temas etmeden yaşamaya çalışırlar. Ya da gözlemlemenin ötesinde bizlere kendi duygularından bahsederler ve onların duygularına bizim verdiğimiz tepkileri değerlendirirler. Bu da ileride neyi, nasıl ele alacaklarına, neyle daha kolay baş edebileceklerine ya da ne hakkında hiç konuşmamaları gerektiğine dair onlara fikir verir. Her iki durumda da çocuk yaşam deneyiminin sınırlılığı içinde bu gözlemler ve sonuçlarla baş etmekte çok zorluk çeker ve bu durum çocuklar için büyük bir yüktür.
Tüm duyguları olduğu gibi kabul etmenin önemli olduğunu rasyonel tarafımızla biliyor olsak da,  kültürel olarak ya da yetiştirilmeden dolayı, olumsuz duygular söz konusu olunca biz yetişkinler genel bir tahammülsüzlük içinde oluruz. Çocuklarımız bize olumsuz duyguları ile geldiklerinde, okuduğumuz kitaplar, sohbet ettiğimiz uzmanlar ve incelediğimiz makalelerin etkisinden çok kendi içsel deneyimimize çekilir ve o deneyimden yansıyanlarla cevap verirken buluruz kendimizi. Dolayısıyla söylediğimiz şeyler uygun ve kabul edilir bir mesajı içerse de beden duruşumuz, sesimiz ve ifadelerimiz başka bir hikaye anlatır çocuklara. Ve alttan ilettiğimiz mesaj bazı duyguların aslında hala kabul edilmediği olur.
Korku hepimizin zaman zaman hissettiği temel duygulardan biridir. Çocuklar söz konusu olduğunda çok sık karşımıza çıkan ve çoğunlukla kendi deneyim penceremizden cevap verme ihtimalimizin olduğu olumsuz bir duygudur. Kimse korkmak istemez ama herkes bir şeylerden korkar. Çocukken korkularımız daha hayali şeyler iken yetişkin olduğumuzda bunlar sosyal olaylar ya da beğenilme gibi içsel tutumlardan kaynaklanır. Ama ne olursa olsun korkuyu ne çocuklarımızda ne de kendimizde görmek isteriz; kendimiz korkmaktan korktuğumuz ve korkularımızı kabul edemediğimiz gibi çocuklarımızın da bir şeylerden korkmasından hoşlanmayız. Oysa onlar gelişimlerinin çok önemli bir parçası olarak korkarlar. Yaşam deneyimlerinin kısalığı ve her an yeni bir durumla karşılaştıkları, yeni şeyler öğrendikleri düşünüldüğünde, bu alışılmadık durumlarla ilgili korkuyor olmaları, yeni korkular geliştirmeleri de normaldir ve hatta gereklidir.
İlk korkular genellikle bir bebek anneden ayrışmaya başladığında ortaya çıkar. Sonra hayal olan ile (içsel gerçeklik), gerçek olan (dışsal gereklik) karşılaştığında yeni korkular ortaya çıkmaya başlar. Zihinleri geliştikçe yeni düşünceler geliştirirler, yeni duygular, deneyimler yaşarlar. Bu tanıdıklıktan uzaklaşmak da yeni korkuları doğurur. Başta sadece besinin zamanında gelmemesi korku kaynağıyken, zamanla yüksek sesli objeler ve insanlar ya da evden ayrılıp yeni bir ortama girmek veyahut da sevdiği, alıştığı ortamdan uzak olmak olabilir. Sonuçta çocuklar korkarlar, her baş edilmesi öğrenilmiş korku ile bir daha korkmayacaklarının garantisi yoktur ve büyüdükçe yeni şeylerden korkmaya başlayabilirler.
Neredeyse her çocuğun korktuğu bir şey ardır Bu korkuların bazıları gerçekçi bazıları ise tamamen mantıksız olabilir. Gerçekçi veya değil korkular aslında bizim dünyada var olmak için atacağımız adımları belirlememize yardımcı olur. Bu sayede riskleri görürüz, tehlike içeren durumları fark ederiz ve aslında kendimizi korumayı öğreniriz. Bazı korkularımız ise hiç karşılaşmadığımız durumlara ilişkin miras aldığımız korkulardır. Bunlar bize evrimsel atalarımızdan gelmiştir; hiç görmemişizdir ama yılanlardan ya da dinozorlardan korkarız. Hatta atalarımız bize bu korkularla birlikte temel üç baş etme mekanizması da miras bırakmışlardır; çok korktuğumuz bir şey karşısında donup kalabilir, ondan kaçmayı tercih edebilir ya da onunla savaşmaya karar verebiliriz. Evrimsel yolculuğumuz çok uzun bir süredir devam ettiği için yeni baş etme yöntemleri de her gün repertuarımıza eklenir ve her an çevrelerini keşfeden çocuklarımız için de yeni baş etme yöntemlerine başvurmaları için korkunun koruyucu bir işlevi vardır. Çocuklar korkuları aracılığıyla çevreye uyum sağlamayı, problemlerle başa çıkmayı ve kendilerini tehlikelere karşı korumayı öğrenirler.
Çocuklar farklı yaşlarda farklı şeylerden korkabilirler. Bebekler, yüksek sesler veya ani hareketler, yabancılar, bakım veren kişilerden ayrılmak, ev içerisindeki yeni fiziksel düzenlemeler ve/veya rutinlerindeki değişiklikler gibi şeylere karşı korku duyarlar. Anaokulu çocuğu diyebileceğimiz iki ve altı yaşları arasında ise çocuklar karanlıktan, gece çıkan seslerden, maskelerden, canavarlar ve hayaletlerden, palyaçolardan ve bazı hayvanlardan korkabilirler. Okula yeni başlayan çocuklarda rutinler değiştiği için evden uzak kalmak, ailesinin onu okulda bırakması, bilmediği bir insan topluluğu içinde nasıl davranırsa güvende olacağını kestiremiyor olması korku kaynağı olabilir. Bunlar “okula gitmek istemiyorum” gibi serzenişler şeklide ortaya çıkabilir ya da bunlardan bahsetmese de daha önce korkmadığı bir şeyden korkması olarak kendini gösterebilir. Sonuçta bunların hepsi normaldir, kabul edilebilirdir ve yetişkinin sakin kalarak çocuğuna destek olmasıyla halledilebilir. Peki nasıl?
Çocuklar pek çok korkumalzemesi getirebilir, özellikle dört yaş civarında artık iç gerçekli ve dış gerçeklik arasında sınırlar netleşmeye başlar. Bu dönemde çocukların sıklkla canavarlardan, hayaletlerden ya da zombilerden bahsettiğini duyabilirsiniz. Özellikle gece yatmadan önce odadaki bu kötücül ve fantastik öğeler ile size geldiğinde hem gerçek olmadığını bildiğiniz bu “şeylerden” korkuyor olması hayrete düşürür, hem de çocuğunuzun bu korkuyla başa çkması için yardım etmek istersiniz. İlk olarak akla böyle şeylerin olmadığını ve yaşının da bunlardan korkmak için artık büyük olduğunu söylemek gelebilir.  Ancak bu bi yetişkinlerin bile hoşalmadığı bir tutuma denk gelir; birinin size “saçmalama olur mu öyle şey” dediğini ve duygunuzun anlaşılmadığı zamanları bir düşünün... tıpkı biz yetişkin olduğumuz için herşeyin üstesinden gelmiş olmamızın beklenmesinin gerçek olmadığı gibi çocuğunuzun da okula gidiyor, bir çok şey öğreniyor ve büyüyor diye bir şeylerden artık korkmuyor olmasının gerekmesi de gerçek değildir. Gerçek olan orada bu duygunun var olduğudur ve hayali olsun ya da olmasın bu duygunun kaynağı da çocuğunuz için anlamlı ve önemlidir.
Bu noktada ilk adım, bu konuyu endişeyle değil ama ciddiyetle ele almaktır. Bu şakilde onu dinlediğinizi ve duygusunu olduğu haliyle kabul ettiğinizi ifade etmiş olur ve çocuğunuzun ihtiyacına yönelmiş olursunuz. Bu dinleme ve sorular sorma süreci onun aslında neden korkttuğunu anlamanızı da sağlar, çünkü çocuklar asıl korku kaynaklarını biz yetişkinler gibi deüğerlendiremezler. Dolayısıyla onunla konu hakkında konuşurken asıl onu kaygılandıran ve korkutan şeyi de bulma şansına erişebilirsiniz. .bir çocuğun karanlıkta orataya çıkabilecek gerçek üstü şeyler hakkındaki korkuları başka şeylerle ilgili olabilir. Bu sayede ilgiyi üzerinde tutuyor ve sizinle daha falza vakit geçirme şansı elde ediyor olabilir. Sizin ne kadar dayanıklı olduğunuzun ve her durumda size güvenip güvenemeyeceğini test ediyor olabilir. Aslında çok gergin olduğu bir dönemden geçiyor ve içindeki canavarlar ile baş etmeye çalışıyor olabilir. Karanlıkta objeleri tanıyamadığı için hayal gücünü oyunlarıyla onları korkutucu algılıyor olabilir. Ya da önünü göremediği için bir şeylere çarparak canının acımasıyla ilgili endişe duyuyor olabilir... Sonuçta bu kaynağa vardığınızda harekete geçmek, önlem almak ve/veya destek olmak da kolay olacaktır. Bu önlem duruma göre bir gece lambası, iki oda arasındaki mesafenin adım olarak karşılığı, onun yanında her ihtiyaç duyduğunda bulunmak, uykuya dalarken ona eşlik etmek olacaktır. Ne olursa olsun onu dinlediğiniz bu süreçte çocuğunuz önemsendiğini ve güvende olduğunu hissedecektir.
Bu sürecin ardından çözüm ya da önlem adına ne yapacağınızı konuşmak da önemli bir adımdır. Hem ona yardımcı olmak için orada olmanız hem de çocuğunuzun da bununla baş etmek için fikir üretmesi önemlidir. Bu çocuğunuza, gücün sadece yetişkinde olduğu, onsuz kötü duygularla baş edemeyeceği gibi bir yanılgıdan çıkması ve kendi ,içsel kaynaklarına yönelerek yeni çözümler bulması için cesaret verir.
Korkularla baş etmesi çocuğunuzla pek çok şey yapabilirsiniz. Önemli bir yöntem duyarsızlaştırmadır. Özellikle gerçek nesneler ve canlılar korku kaynağı olduğunda duyarsızlaştırma çok yararlı bir başa çıkma olanağı sunar. Duyarsızlaştırma sürecinde çocuğunuza korktuğu nesne ve/veya hayvanla kontrollü ve adım adım ilişki kurabileceği, bu ilişki vasıtasıyla kendisi için güvenli bir alan yaratabileceği ve bu nesne ve/veya canlıyı hayatının normal bir bileşeni olarak görmeye başlayabileceği bir düzenleme yapmanız gerekir. Örneğin çocuğunuzun korktuğu canlı köpekse (ve ortada travmatik bir deneyim yoksa), içinde sevimli ve dost köpeklerin olduğu kitaplar okuyarak, çizgi filmler izleterek, onları uzaktan izleyerek ve son olarak onlarla yakınlaşarak ve güvenli bir temas ortamı yaratarak süreci planlayabilirsiniz. Duyarsızlaştırma sürecinde en öneli olan şey çocuğunuzun hazır oluşunu izlemektir. Her adım ayrı ayrı ele alınır,tüm yapılacaklar tek seferde gerçekleşmez. Bir adımda güvenli ve rahat olunduktan sonra diğer adıma temkinli adımlarla geçilerek süreç devam etmelidir yoksa çocuğunuzun korkusu, hazır olmadığı bir durumla karşılaştığı için daha yoğun ve başa çıkılamaz bir hale gelebilir. Korkunun yoğunluğuna göre duyasızlaştırma sürecinde bir uzmandan eşlik etmesi istenebilir ve hatta travmatik bir deneyim sonucu bu korku gerçekleştiyse çok beklemeden uzman desteği almak gereklidir. Sonuçta bu yöntemle ilerlemeye karar verdiğinizde basit bir baş etme yönteminin öğretilmesinden fazlası yapılır.
Duyarsızlaştırmadan daha basit yöntemler de süreci kolaylaştırabilir ve çocuğunuzun baş etme becerilerini güçlendirebilir. Zaten amaç korkuyu yenmek ya da yok etmek değil, bununla sağlıklı ve işlevsel bir şekilde baş edebilmesi için çocuğunuza yol gösterip destek olmaktır. Korku bedensel tepkileri ve refleksleri harekete geçirdiği için  çocuklara nefes beden gerilimini azaltmasına yardım edecek şekilde nefes alması öğretilebilir. Zihinde canlandırmalar yapmak ve güvenli bir yer oluşturmak da önemli bir baş etme şeklidir. Korktuğu korkunç yaratıkları komikleştirmesine, çıkamayacağı bir kafese koymasına hayal etmesine yardımcı olarak ve bu görüntüyü somutlaştırması için resmini çizmesine teşvik ederek yardımcı olabilirsiniz. Bu süreçte kendi korkularınızla nasıl baş ettiğinizi anlatabilirsiniz; bu yöntem hem sizin de korkularınızın olduğunu hem de bunlarla baş edilebileceğini duyduğu için işe yarayabilir. Herkesin yaşadığı bir duygu olduğunu görmek de ayrıca çocuğunuza hem duygusunun hem de yaşadıklarının normal olduğu ve bu sürecin sonlanabileceğine dair güven verir.
Korkan ve bu korkularıyla baş etmeye çalışan çocuğunuz için yapılması yarar ve destek sağlayan yöntemler kadar, hiç işe yaramayan, kaçınmanız gereken yöntemler de vardır. Örneğin koktuğu nesne ya da canlı ile tek seferde karşı karşıya bırakma, buna zorunlu olarak onu maruz bırakmak ve bir çeşit “şok terapisi” yapmak genellikle daha büyük sorunlara yol açar. Bu tutum korkusunun güçlenmesine neden olduğu gibi size olan güvenini de zedeler. 
Etkisiz yöntemlerin bir ucu “hemen üstüne gidip çözelim” tutumu iken diğer ucu da “aman koruyalım da hiç karşılaşmasın” tutumudur. Bu koruma durumu kısa vadede etkili bir çözüm gibi görünebilir. Ancak yaşam gibi uzun bir yolculuk içinde olduğumuzu düşünürsek olumsuz sonuçları daha yıkıcı olabilir. Çocuğunuz sürekli korunduğu için, gerçeklikle yüzleştiğinde nasıl başa çıkacağını bilemediği bir durumun içinde kendisini bulabilir. Sizin olmadığınız durumlarda korkuları travmatik bir deneyime dönüşebilir, fobik durumlar ortaya çıkabilir. Kendi içsel kaynaklarının farkına varma şansı bulmadığı için kendine güveni zedelenebilir.
Son olarak çocukların korkuları düşünüldüğünde bu iki tutum kadar zedeleyici sonuçlar oluşturabilecek bir üçüncü yöntemden bahsetmek gerekir. Çocuğunuzun korkusunun gereksiz ve gerçek dışı oluşuna ilişkin ders vermek, bu konuda şakalar yapmak, duygusunu görmezden gelmek, reddetmek ve/veya hafife almak, hem sizinle ilişkisini zedeler hem de baş etmesi gereken sadece duygusu olmaktan çıkarak sizin gözünüzdeki değeri ve önemiyle ilgili içsel bir sorgulamaya girmesine neden olur.
Unutmayın; amacımız bir duygunun yok olmasını sağlamak değildir. Çocuklarımıza kazandırmaya çalıştığımız şey korku gibi olumsuz duyguların da olabileceğini kabulünü, bu duygularla baş etmenin mümkün olduğu algısını ve bu süreçte destek  olacağımızın güvenini vermektir. Tamamen yok olmasa da da çocuklar bu duygularıyla baş edebilirler ve bu duygunun gündelik yaşamlarındaki gücünü azaltabilirler. Sedece bunun gerçekleşmesi için bile hem kendinize hem de çocuğunuza zaman tanımak ve bu süreçte sakin kalabilmek önemlidir.

Sevgiyle,

Beyhan ÖZPAR

Psikolojik Danışman

5 Kasım 2015 Perşembe

"Ölmek ne demek?" - Zor Konular Hakkında Konuşabilmek...


Hayat pek çok anlamda bizi bazı fırsatlar ve zorluklarla sınar. Özellikle çocuklarla beraberken her an beklenmedik bir şeye açık olmak gerekir; ancak bu her şeyi kontrol etmeye çalıştığımız ya da hazır olmadığımız için, pek çok kere ertelediğimiz konular söz konusu olduğunda bir yetişkin olarak bizim için oldukça zorlayıcıdır. Cinsellik, toplumsal felaketler, geniş ölçekli yıkımlara neden olan doğal afetler ve tabii ki ölüm bunlar içinde yetişkinlerin genellikle en çok kaçındıkları konular olur. Oysa çocuklar gelişimlerinin ve öğrenmelerinin çok önemli bir parçası olarak merak ederler ve sorular sorarlar. Sordukları sorulara da mutlaka cevap beklerler.

Yetişkinler olarak bizler yaşam sürelerimiz içinde pek çok deneyimle karşılaşırız. Zihinsel ve duygusal dünyamız bu süre içinde karşılaştığımız tüm bu deneyimlerin kaydını tutar ve tepkilerimiz bu çerçevede oluşur. Zor konularda bizler de pek çok şey yaşamışızdır; yeterince cevaplanmamış sorularımız, güvendiğimiz yetişkinlerin baş edemediklerini gördüğümüz konular ve olaylar, çok sevdiğimiz birinden duyduğumuz ve hayatımızı etkileyen bir açıklama veya söz bu tepkiler için zemin oluşturur. Bunların üzerine bir de kişisel bir deneyim eklenince oluşturduğumuz bu tepkiler, konuşmaktan özellikle kaçındığımız konulara dönüşürler. Bu konular içinde en çok kaçındığımız ise genellikle “ölüm” olur; çünkü bir şekilde hepimiz buna tanık olmuşuzdur ve daha da önemlisi bunun hepimizin başına gelecek bir gerçek olduğunu biliriz. Bununla baş etme ya da edememe şeklimiz ise genellikle diğer insanlarla ilişkilerimizde arka planda varlığını hissettirir ve ilişkilerimizi etkiler.

Çocukların ne kadar meraklı olduğunu biliriz; özellikle birlikte yaşadıkları yetişkinlerin, çok sevdikleri ebeveynlerin kaçındıkları özel bir konu varsa o konuda daha fazla meraklı olduklarına mutlaka şahit olmuşuzdur. Ancak bizim hazır olmadığımız konular, özellikle ölüm ve cinsellik gibi konular çocukların gelişimlerinin bir parçası olarak, kaçınıp kaçınmadığımız fark etmeksizin çocukların gündemine girer. “Hep mutlu olmalarını” dilediğimiz çocuklarımızın cinsellikle ilgili sorularını göğüslemek genellikle daha kolay olur, çünkü bunu gelişimlerinin bir parçası olarak kabul etmek daha kolaydır. Ölüm söz konusu olduğunda ise bununla karşılaşmalarını istemez, görmezden gelir ya da yok sayar, gelişimlerinin bir bölümünde bununla ilgili soru soracaklarını düşünmeyiz. Dolayısıyla da genellikle bu konuyu bir kayıpla karşılaşmadan açmaz, hatta böyle zamanlarda da kaçınır, nasıl cevap vereceğimizi bilemez ve mümkünse saklamayı yeğleriz. Ancak unuttuğumuz şey iyi cevaplanmamış bir sorunun, zihni meşgul eden tam açıklanmamış bir konunun, sonrasında yanlış algılara, korkulara, hatalı öğrenmelere ve duygusal sıkıntılara yol açacağıdır.

Ölüm sevimli bir konu değildir; kimse ölüm hakkında konuşmak istemez. Konuşmak şöyle dursun düşünmek bile istemeyiz. Yine de geciktirmeye, yok saymaya, sevdiklerimizi bundan korumaya çalışsak da yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu biliriz. Bu bilgi tam yerini dolduramadıkları boşluklar oluşturur ve çocukların da ilgisini çeker. Ne olduğunu bilmek isterler; çünkü ölümü doğa içinde görmüş ve deneyimlemişlerdir; kulak misafiri oldukları bir sohbette, bir çizgi filmde ya da yaşamlarının bir yerinde duymuşlar ve görmüşlerdir. Dolayısıyla bu konuda soru sormaları kaçınılmazdır. Peki, biz yetişkinler hiç sevmediğimiz bu konu gündeme geldiğinde neyi, nasıl yapmalıyız?

Ölüm hakkında konuşmanız, aslında zamanını beklemeniz ve eğer gelirse cevaplayacağınız gereken bir konu olmadığını söyleyerek başlamak gerekir söze. Ölüm konusu bir eğitim meselesidir aslında; gündelik hayatın ve tüm varlıkların bir başlangıcı, bir yaşam süreci ve sonu vardır nihayetinde. Dolayısıyla bu konu “araya sıkıştırılmamalı”, görmezden gelinmemeli, geçiştirilmemelidir. Nasıl ki gelişimlerinin her aşaması hakkında bilgi sahibi olmak ve çocukları da haberdar etmekten kaçınmıyorsak, ölümün de varlığını yok saymamalı ve zorunda kaldığımız için cevapladığımız bir konuya dönüştürmemeliyiz.

Bu noktada asıl önemli olan genellikle sizin ölümle ilgili deneyimleriniz ve nasıl hissettiğinizdir. Ölüm pek çok kültür tarafından farklı algılanır; batılı toplumlar bundan kaçınmanın ve çocukları bununla karşılaştırmamanın peşindeyken doğulu toplumlar bundan kaçınmaz, hayatın önemli bir parçası olarak kabul eder ve çocuklarını da yaşları kaç olursa olsun bu süreçten haberdar ederler, sürece tanık kılarlar. Kendinizi düşünün; siz ölümle ilgili ne hissediyorsunuz? Neler yaşadınız ve bunların üzerinizde nasıl etkileri oldu? Çocuklarınızın size benzer bir algı ve deneyimleri olsun ister misiniz? Peki, bunu bu konudan kaçınarak mı yoksa yaşlarına uygun bir dil kullanarak, yeteri kadar bilgi sunarak mı yapacağınızı düşünüyorsunuz?

Ölümü aslında doğal yaşam döngüsünün bir parçası ve “normal” bir durum olarak ele almak kolay değildir; ama aslında ölüm, doğum gibi yaşamı tamamlayan “normal” olan bir parçadır. Bunu anormal hale getiren genellikle bu konuya bağladığımız ya da çevremizde ölenlere karşı duyduğumuz hislerdir. Hislerin yanlışı yoktur; sizin için bunu konuşmak üzücüyse ve zorsa, bu inkar edilemez bir gerçektir. Ancak her zaman söylediğimiz gibi, çocuklar karşılarında çok zor konular karşısında bile yıkılmayan, güçlü kalan, baş etmeye çalışan yetişkinler isterler. Dolayısıyla konu ölümü konuşmak olduğunda hislerinizden arınmış bir şekilde orada durmanızı değil, hislerinizle baş edebilir şekilde onun katlanabileceği kadar bilgi vermenizi beklerler. Bunun en kolay yolu da hayatınızda ölümle ya da ölüme ilişkin sorularla, kaçınılmaz olarak karşılaşmadan önce bir eğitim sürecinin özel bir parçası olarak konuyu ele almaktır.

Konuyu yaşam döngüsünün bir parçası olarak düşündüğünüzde, özellikle iki ile altı yaş arasındaki çocuklar için aslında çok önemli bir deneyim ve öğrenme olanağı da sunarsınız. Çünkü hayatın kendisi ve doğa size bunu açıklamanız için benzersiz fırsatlar ve olanaklar sunar. Tıpkı doğmalarının, büyümelerinin, yemek yemelerinin, uyumalarının, yürümelerinin ve oynamalarının yaşam döngülerinin parçası oluşu gibi sevdikleri hayvanların, bahçedeki ağacın, saksıdaki çiçeğin ve hatta eşyalarının da birer yaşam döngüsü vardır. Doğalar, yaşar ve bir süreçten geçerler ve sonra yavaş yavaş, bazı parçalarının kullanılmaz olmasıyla başlayan bir süreç içinde işlevlerini kaybederek/yaşlanarak ölürler. Bunu siz böyle kabul edip, çocuğunuzun da böyle deneyimlemesine olanak verdiğinizde sordukları soruları sakince karşılamak ve cevap vermek daha kolay olur. Çocukların da ölümü korkutucu ve kaçınılması gereken bir durum gibi algılamalarının önüne geçebilme gücünüz artar.

Ölümle ilgili olarak bir çocuğun kabul edebileceği bilgi yaşına göre değişir. Ancak yine de dikkat edilmesi gereken hassas noktalar vardır. Örneğin ölüm hastalıkla ilişkilendirilirse çocuklar için hasta olmak kabusa dönüşebilir; çünkü onlar için hasta olmak soğuk algınlığı, grip ya da öksürükle eşdeğerdir ve evde kaldığı, ilaç alarak iyileştiği zamanları işaret eder. Sizin hasta oluşunuz da baş edilemez başka bir kaygıya neden olabilir. Uyku ile eşleştirildiğinde uyku sorunlarına kapı aralamış olursunuz, sadece yaşlılıkla açıklarsanız çocukların zaman kavramı bizimkinden farklı olduğu için anlamayabilirler; yaşlanmak ya da sizin yaşlanmanızı istemezler, yaşlı insanlardan kaçınabilirler. "Yıldızlara, çok uzağa ya da cennete gitti" dediğiniz zaman “beni niye almadı?” ya da "ne zaman dönecek?" sorularına da hazır olmanız gerekir. Birini “kaybetmek” olarak açıklarsanız, onu bulmak için ne yaptığınızı, ne zaman aramaya başlayacağınızı ya da onu nasıl kaybettiğinizi sorgulamaya başlarlar... Bu kadar değişken varsa ne demek gerekir o zaman?

Ölümü bir çocuk için kabul edilebilir ve baş edilebilir kılmanın yolları vardır. Bunların ilki doğru terimlerle anmak, yani “ölüm”, “ölmek” kavramlarına hayatınızda yer vermek ve bu kavramları kullanmaktan kaçınmamaktır. Bundan sonra çok somut ve anlayabilecekleri bir dile dökmek gelir. İki yaşında bir çocuk için "ölen bir kişiyi bir daha göremeyecek olmak anlamına geldiği ve bu kişiyi görememenin de üzücü olabileceğini" bilmek yeterlidir. Üç ve altı yaş arasındaki çocuklara ise, artık canlı olmamak, bedenin çalışmasının durması ve yapmaya alışkın olduğu nefes almak, yürümek, konuşmak, hareket etmek gibi şeyleri yapamayacak ve hissedemeyecek olması gibi daha detaylı açıklamalar yararlı olur. Genellikle “çok yaşlanınca” ölündüğünü ekleyebilirsiniz ancak buna zaman kavramını anlaşılır kılacak bazı ek bilgileri eklemek de yararlı olur; çünkü ardından sizin yaşlanmanıza ve kendisinin yaşlanmasına ilişkin sorular da eşlik eder. Dolayısıyla büyüme yolculuğunda atacağı adımlar olan okula gitme, araba kullanmaya başlama, okulları bitirip işe başlama, evlenme ve çocuk sahibi olma gibi sizin yaşlarınıza geldiği zaman onun büyüyor, sizin ise yaşlanıyor olduğunuz bilgisini eklemek, bunun hızlı olmayan bir süreç olduğunu anlamasını kolaylaştırır ve onu rahatlatır.

Genellikle zihinsel gelişimlerinin bir parçası olarak çocuklar beş ve altı yaşına dek ölümün geri döndürülebilir bir şey olduğunu düşünürler ve ölen kişinin geri geleceğine inanma eğilimindedirler. Daha önce olumsuz duygularını ifade etmek için “öl” ya da “ölmesini isterim” gibi şeyler söylediyseler, her şeyin kendileri öyle istediği için öyle olduğunu düşünme eğiliminde olduklarından – benmerkezci düşünce – ve bir şekilde bunu söyledikleri kişi de ölürse, bundan kendilerini sorumlu tutabilirler. Aynı dönemde çocuklar sihirli düşüncelere sahip oldukları için, sevdikleri kişiyi ölmekten kurtaracak ya da koruyacak güçleri olduğuna da inanabilirler. Aslında bu bile bize çocukların ölüm hakkında zamanında ve doğru bilgilendirilmelerinin ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter de artar.  Beş yaşlarında çocuklar somut olarak düşünebilirler, ölümün geri döndürülemeyen bir şey ve nihai son olduğunu anlayabilirler. Bununla birlikte bütün detaylara hakim olmak isterler ve çok fazla soru sorarlar. Altı yaşında ise artık ölümün herkesin başına gelen, yaşam döngüsünün ayrılmaz bir parçası olduğunu anlarlar.

Tüm bunlara ek olarak ölüm hakkında konuşmaya ancak sorular geldiği zaman başlamaya karar verdiyseniz yine de özenli bir yol izlemeniz önemlidir. Yaşına uygun bir dil kullandığınızdan emin olmak için kısa ve net açıklamalar yapmak işinize yarayabilir. Bir parça açıklama yaptıktan ve kısa bir bilgi verdikten çocuğunuzun bu bilgiyi işlemesi için ona süre vermelisiniz. Bu süre içinde tüm soruları yanıtlanmış hissetmeyecek ve yeni sorularla karşınıza gelecektir. Hem bilgiyi işleyebilmesi için hem yeni sorular oluşturabilmesi için zamana ihtiyacı olacağından sabırlı olmanız önemlidir. Sonuçta sorularla geldiği zaman sorularını anlamaya çalışın; tam olarak neyi merak ettiğini bulmak için siz de ona sorular sorun… Anlamsız ve zorlayıcı sorulara da hazır olun ve bunları sorarken aslında ne öğrenmeye çalıştığını, gerçek ihtiyacının ne olduğunu anlamaya çalışın. Dürüst olun ve bilmediğiniz bir şey varsa bunu açıklıkla söyleyin; araştıracağınızı, öğrenmeye çalışacağınızı bilmek, bu bilinmezlikle sakin bir şekilde baş ettiğinizi görmek, onu kendi bilmedikleriyle baş edebilmesi için cesaretlendirecektir. Ölümden sonrası da dahil olmak üzere pek çok konuda daha bir çok soru gelme ihtimaline hazır olur. Ölümden sonrası için verebileceğiniz bilgi için bir öneri vermek genellikle uzmanlar için zordur çünkü bu inancınızla da ilgili bir konudur. İnancınızın size sunduğu bilgiyi, çocuğunuzun katlanabileceği bir forma sokmanız burada anahtardır.

Son olarak ne olursa olsun bir çocuk için ölümün ayrılmak olduğunu hatırlayın; ölüm onlar için sevdikleri, güvende hissettikleri kişilerden ayrılmak anlamına gelecek ve ne olursa olsun bundan hoşlanmayacaklardır. Ayrılmaktan en çok korktukları kişiler siz ebeveynlerisiniz; çünkü siz onlar için güven, sevgi, korunma ve bakım anlamını taşırsınız. Dolayısıyla ölümü ve ayrılığı bir şaka konusuna ya da tehdide dönüştürmemeniz hem önemlidir hem de gereklidir. Daha önemli bir diğer şey ise onların hayatında, anneleri ve/veya babaları olarak daha çok uzun süreler var olmayı planladığınızı bilmeleridir. Tüm gerçekliği onlarla paylaşırken, bu güvenceyi onlardan esirgememeniz de çok önemlidir.

Sevgiyle,

Beyhan ÖZPAR
Psikolojik Danışman


Yararlanılan Kaynaklar:
Brown-Braun, Betsy – “Neyi, Nasıl Söylemeli? – Aklı Karışmış Ebeveynler İçin Pratik Öneriler”
(2015); Tara Kitap, İstanbul
Goldman, Linda – “Children Also Grieve – Talking About Death and Healing” (2006); Jessica
     Kingsley Publishing, London/Philadelphia
Talwar, Victoria & Harris, Paul & Schleifer, Michael – “Children’s Understanding of Death” (2011)
                            Cambridge University Press, New York