Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Aklıma ilk gelen, hiç yaşamadığım ama hayalini kurduğum göç hikayeniz. Geldiğini gördüğünüz nefretin ve karanlığın yıkımından uzaklaşıp, hayatla ilgili umutlarınızı soldurmaması için yolculuk etme, huzur bulacağınıza inandığınız topraklara ulaşma arzunuz... Anne yirmi yaşında değildin her halde, bu topraklarda henüz televizyon yokken memleketinden getirdiğin televizyonu nereye koyacağınızı bilememiştiniz... Kuzularınızdan, bahçenizden, derenizden, dağlarınızdan koparak gecesi gündüzü belli olmaya bir hayata tutunma çabasının içine, yol, dil bilmeden düşüvermiştiniz. Şimdi hala yasını tuttuğum dayım senin çocuğun olacak yaştaydı ve ilkokul birinci sınıfı tekrar etmek zorunda kalmıştı... Baba sen de akademi diplomanı ne yapacağını bilmiyordun; valiye kadar gitmiştin, "bana bu diploma ile bir şeyler yapma olanağı vermelisiniz" diye. Hayatının peşine burada düşmüştün. Bu kana doymayan, nefretle beslenen topraklara tutunmak için, gece gündüz çalıştınız. Aradığınız huzuru bulabildiniz mi?
Dün gece tek derdiniz yaşlılıktan kaynaklı ağrılarınızın nasıl dineceğini bilmemenizdi. Çok şükür evlat acısı henüz yaşamadınız; ben de kardeşlerim de sapa sağlam bu sabaha uyandık. Çok şükür bir işimiz, birer ailemiz, evimiz barkımız ve yarına dair umutlarımız var. Peki biliyor musunuz dün gece kaç evde gözyaşları içinde baygın düştü anneler, babalar? İnançlarına sığınıp sabır dilediler içlerinde bitmeyen, bitmeyecek bir acıyla... Dinden bağımsız, ırktan bağımsız, milletlerinden bağımsız, inandıkları her şeyden bağımsız; iki yaşından elli yaşına evlatlarının yasıyla boğuştular... Kimi yavrusuna ne olduğunu bile bilmiyor, kimi onu gömmek için sokağa çıkamıyor... Ateş sadece düştüğü yeri mi yakıyor gerçekten?
Parmaklarımız klavyenin tuşlarına nefretle basarken, rahat koltuklarımızda oturuyoruz. Ben olmayana, benden olmayana her türlü acıyı, isyanı, insanca olan her şeyi yasaklayıp, sonra gündelik işlerimizde sadece bize hak olanları yaşamaya devam ediyoruz. Duyguların yanlışı olmazsa eğer, neden bizden olmayanın duyduğu acıyı yok saydık?
Biliyor musunuz annecim ve babacım, empati ile ötekileştirme aynı yerde başlıyor... Benle, ben olmayanın ayırımını yaptığım o ilk anda ya büyük bir sevginin ya da sonsuz bir nefretin tohumları atılıyor. Nasıl oluyor da daha çok nefretin tohumlarını atabildik biz bu topraklarda? Nasıl oldu da dinlemeden, anlamadan sadece bana uymadığı için diğerine bu kadar öfke duyabildik? Nasıl oldu da iyinin de kötünün de aynı insan oğlu gerçeği olduğunu görmek istemedik; ya bize benzeyen mutlak iyiler dünyası ya da bize benzemeyen kötülük dolu güruhlara inandık, insanları öyle böyle böldük?
Şimdi içimde buruk bir acı, ne yapacağımı bilmiyorum. Sıradan bir insan olmaktan hep hoşnut oldum, hep öyle olmak için elimden geleni yaptım... Şimdi sıradan olmaktan ötürü nasıl da mutsuzum. İlk defa sihirli bir değneğim olsun, süper güçlerim olsun istiyorum. Bir fark yaratabilecek, insana insan olduğunu hatırlatabilecek bir iksirim olsun istiyorum... Ancak sizin de bildiğiniz gibi fazla gerçekçi bir insanım ve bunların olmayacağını biliyorum. Bana yıllarca verdiğiniz o güzel şeyler var ya; hani komşunu ailen gibi bil, başkasının ayıbını ört, her canlıyı sadece yaratandan ötürü sev ve koru, çalış çabala, insanlığa ve kendine hayırlı biri ol... İşte onlar benim yüreğime sizin büyük sevginizle atılmış ışık parçalarıydı. Çok karanlık anne, baba; benim ışığım bu karanlıkta görünmüyor, benim ışığım bu karanlığa yetmiyor. Yavaş yavaş bir kara delik tarafından çekiliyorum. Sönen bir yıldız gibi yüreğim; ışığımın kaybolduğunu, canımın çekildiğini hissediyorum.
Bana verdiğiniz yaşama yönelme arzusu ile, insanı yaşamı anlamak için ömrümü harcayacağım bir meslek seçtim ve hep öğrenmemin peşindeyim... Neye kızayım bilmiyorum bu yüzden; cehalete mi kızayım? Peki ben ne yaptım, ya da onlardan fazlasını bildiğimi kim söylüyor? Yokluğa mı kızayım? Görülmek için çırpınışa mı kızayım? Korkuya mı kızayım? Bir şeylere tutunma çabasına mı kızayım? Hani her savaşa giren insanın yanındadır tanrısı ve herkes kendi tanrısı için, ondan güç alarak savaşır ya; tanrıya, herkesin kişisel tanrısına mı kızayım? Baş etmeye çalışırken insanlar, öfke ve nefretle beslenen bu topraklarda, yeni bir yöntem, farklı bir bakış açısı edinememelerine mi kızayım? Bazısı tüm bunlara temas etmek istemiyor ve bakmak istemiyor diye mi kızayım?
Sevgili annecim, sevgili babacım ben çok yoruldum... Ne zaman unuttu insan, insan olduğunu? Ne zaman düşünmekten, hissetmekten ve inanmaktan vazgeçtik? Ne zaman karşımızdaki kişinin düşünen, hisseden ve inanan biri olduğunu görmezden gelmeye başladık? Biri yazmıştı, evlat annenin vatanıdır diye; kaç anne baba vatanından sürüldü, vatansız kaldı? Yaşı ne olursa olsun hepsi şehit olmadı mı; bir ideal uğruna, bir düşünce uğruna, bir inanç uğruna, bir parça toprak uğruna, yaşama tutunmak uğruna...
Bana verdiğiniz her şey için teşekkür ederim... Ama tüm bunlarla beraber biliyorum masum değilim. Benim ellerimden, parmaklarımın ucundan da kan damlıyor. Hepimizin elleri kirli ve hiç bir düşünce, hiç bir inanç, hiç bir toprak bunu temizleyemeyecek...
Kızınız Beyhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder