İnsanoğlu ilişki içinde olmaya bağımlı tek canlı türüdür. Kurduğu
tüm ilişkiler insanın kendini algılayışından toplumsal normları öğrenmesine
kadar uzanan geniş bir yelpazede pek çok kazanıma hizmet eder. Yalnız kalmak
istediğimiz zamanlarda bile diğerleri ile örtülü bir mesaj eşliğinde ilişkimizi
sürdürürüz. Hatta diğerleri ile ilişkilerimize yönelik yatırımlarımız
azaldığında ya da kaybolduğunda kitaplar, sanatsal faaliyetler ya da hobiler
gibi ilişki kuracak başka şeyler ararız.
Modern zamanlar insanoğluna bu anlamda en büyük nimetlerinden
birini sunmaktadır; kitle iletişim araçları ve sosyal medya insanın ilişkide
bulunma ihtiyacına büyük ölçüde cevap vermektedir. Ancak ne kadar “gerçek bir
ilişki” içinde olduğumuz tartışılır. Çünkü aslında ilişki kurmak iletişimle
başlar ve maalesef günümüzde iletişim kurmak tüm teknolojik olanaklara rağmen
sınırlı olarak gerçekleştirdiğimiz bir şeye dönüşüyor. Şimdilerde iletişim
kurmak dediğimiz şeyin daha çok mesaj atmak, ne yapılacağını söylemek, nasıl
yapılacağını söylemek gibi sadece içerikle sınırlanmış bir hale dönüştüğünü
görmek mümkün. Bu yanlış bir iletişim şekli mi; hayır. Ancak kesinlikle eksik
olduğunu söylemek yerinde olur. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda gerçek
anlamdan yoksun, yaşına uygun beklentiden uzak, sadece edilgen kılan ya da
diğer uçta asla kendi sınırlıklarının farkına varmayan ve sahte bir kendilik
geliştirme riski altındaki narsistik çocuklar yetiştirmemiz çok mümkün. Veyahut
kendini teknolojiye adamış ve teknoloji ile bağımlı bir ilişki içinde olan
ancak gerçek bir ilişki kurmanın nasıl olduğunu deneyimleyemeyen bir nesle
doğru ilerliyor olduğumuz da görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek.
Sorunları ve görünürdeki riskleri listelemek her zaman daha kolay
oluyor. Peki, çözüm var mı? Varsa ne?
Önce belki biraz iletişimin ne olduğunu konuşmak gerekiyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi şu anda kullandığımız iletişim şekli ve/veya araçları
yanlış değil, sadece eksik. Eksik çünkü iletişimi sadece bilgi alışverişi gibi
teknik bir yanını besliyor. Oysa iletişim kurmak teknik gerekliliklerden her
zaman daha fazlasını barındırıyor. Özellikle iletişim kurarken asıl aradığımız
şey olan o temas ihtiyacını ve duygusal olarak beslenme gerekliliğini unutmamamız
gerekiyor. İletişimi ilişki içinde olmak için kullanıyoruz ancak ilişki
kurmaktaki temel ihtiyacımız olan anlaşılma, sevilme, kabul görme ya da sadece
duyulma gibi temel ihtiyaçlarımızı görmezden geliyoruz ya da
değersizleştiriyoruz. Yetişkinler söz konusu olduğunda tepkiler ve bununla başa
çıkma biçimleri çeşitlenebiliyor; şiddet içerikli bir formdan yok sayma gibi
basit savunmalara kadar geniş bir yelpazede pek çok tepki ile
karşılaşabiliyoruz. Duygusal anlamda duyulmak çoğunlukla değerini kaybediyor ve
teknik gerekliliklerin yerine gelmesi yeterli olabiliyor. Ancak çocuklar bu konuda başarı gösteremiyor
ve duyulmak için ellerinden geleni yapmaya ancak bir süre devam ediyorlar.
Sonrasında ise tamamen vazgeçip dünyaya olan güvenlerini kaybedebiliyorlar.
İletişim temelde karşılıklı olarak gerçekleştirilen sözlü ve
sözsüz birçok içerikten oluşuyor. Sesimizin tonundan, jest ve mimiklerimizin
durumuna kadar pek çok şey sadece görünen değil, gizli içeriği/mesajı da
karşımızdaki kişiye ulaştırıyor. Genellikle atladığımız şey ise işin gerçek
anlamda duyulma/anlaşımla boyutunu garanti altına alan, düzenli bir
değerlendirme ve mesajı yeniden yapılandırma olanağı sunan geri bildirimler
oluyor. Oysa karşılıklılık, geri bildirimler ile sağlanıyor.
Yetişkinler ses olarak duydukları şey ile tatmin olabilseler de çocuklar
genellikle sözcüklerin ötesine geçiyorlar ve bazı şeyleri “asla” ima etmeseniz
ya da “kesinlikle” çok iyi saklamış olsanız bile tüm söz dışı iletişim
biçimlerinizden yakalayabiliyorlar. Bu keskinlikte bir görüşleri olduğunu genellikle
unutuyor olmamız yetişkin alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor, oysa çocuklar için
mesajın sözel tonu ve içeriğinden çok duygusal tonu ve söylenmeden
gösterilenler daha önemli bir içerik sağlayıcı. Bu da bize çok önemli bir
konuyu gündeme getirme sorumluluğu veriyor; çocuklarla iletişimde nelere dikkat
etmek gerekiyor?
Bu konuda yapılabilecek temel şeylere geçmeden çocukların duyulma
ihtiyaçlarının karşılanmasının daha zor olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum.
Kelime dağarcıklarının, yaşam deneyimlerinin ve asıl istedikleri ya da
istemedikleri şeyi tanımlama becerilerinin kısıtlılığı onlarla iletişim kurmayı
genellikle zorlaştırıyor. Dolayısıyla yetişkine, yetişkinin kendini
anlatmasından önce çocuğun kendini anlatabilmesi için gerekli sabır, sakinlik
ve kolaylığı sağlaması gibi fazladan sorumluluklar ve görevler de veriyor. Ve
tüm bunlar sağlansa bile yine de yetişkinin çocuk tarafından anlaşılması her
zaman mümkün olmuyor. Zaten çocukla iletişimde asıl önemsediğimiz şeyin biz
yetişkinleri tam olarak anlamasından çok öncelikle onu dinleyen ve anlamaya
istekli, onu seven yetişkinlerin etrafında olduğu güvenini duyması ve
yaptığımız yardımlar sayesinde de her geçen gün hem kendini anlatabilme hem de
etrafındakileri anlayabilme becerisinin gelişmesi olduğunu hep hatırlamak
gerekiyor.
Şimdi gelelim çocuklarla iletişim kurarken işimizi
kolaylaştıracak, kapıları açmamıza yardımı olacak anahtarları konuşmaya... Ne
yaparsak hem onlara anlaşıldıklarını hissettirip hem de onlar tarafından
anlaşılma olanağımızı güçlendiririz?
·
Yaşa bağlı gelişim özellikleri hakkında bilgi
veya fikir sahibi olmak en önemli konudur. Her yaş
döneminin sadece fiziksel ve bilişsel değil aynı zamanda duygusal ihtiyaçları
da vardır. Dolayısıyla yaşa uygun olmayan bir beklenti geliştirmek iletişimi de
bu şekilde sürdürmemiz riskini doğurur. Bazen çocuklar “yetişkin gibi” konuşup,
ilginç kelimeler sarf edebilirler… Önemli olan bunları söyleyebilmesi değildir;
söylediklerinin anlamını bilmesi, bu asıl içeriğe katlanabilmesi ve bununla baş
edebilmesi daha önemlidir. Yani kelime dağarcığının zenginleşmesi ile zengin
kelime dağarcığındaki tüm kelimelerin duygusal anlamlarıyla baş edebilmesi aynı
şey değildir. Konuşurken yine yen kelimeler öğrenmesini destekleyen bir dil
kullanırken “bu dili kullanabiliyorsa artık her şeyi de anlayabilecek
olgunluktadır” yanılgısına düşmemeye çalışın. Çocuklar sadece ailelerinin
onayladığı, sevdiği kişiler olmaya gayret ederler; yaşlarının üzerinde olgunluk
göstermeleri sizin beklentilerinizi karşılamaya çalıştıkları ancak bunu
yaparken duygusal olarak çok yoruldukları anlamına gelir. Bu da bizi yine aynı
sonuca götürür; yaşına uygun beklentiler geliştirin, iletişiminizi bu bilinçle
sürdürün, çocuğunuzun da yaşı düzeyindeki tepkilerine alan açmış olun… Eğer
yaşa bağlı gelişim özellikleri hakkında bir fikriniz yoksa bir uzmandan yardım
alın; hem sizin hem de çocuğunuzun işini kolaylaştırın.
·
İletişim kurarken ilişkinizi kaybetmeyin… Çocuğunuzla
sohbet etmek, ondan bir şeyi yapmasını istemek gibi pek çok durumda öncelikle
adıyla seslenin. Sizin farkınızda olmasını ve ona dikkat ettiğinizi anlamasını
sağlayın. Mümkün olduğunca ısrarcı olmayan bir tonda göz kontağını sürdürün,
onun hizasında olun. Sesinizin tonuna ve ondan ne istediğinize özen gösterin,
basit ve kısa cümleler kurmaya çalışın. Yaş büyüdükçe karmaşık cümleleri anlama
potansiyeli gelişecektir. Yine de söylediklerinizi anlama, bunlara uzun süre
dikkat gösterme gibi becerilerinin zamanla gelişeceğini hatırlayın.
·
Olumlu ifadeler kullanmaya özen gösterin. Özellikle
beklentiler, kurallar, yapılacaklar ya da yapılmayacaklar gibi şeyler söz
konusu olduğunda kültürümüzün bir armağanı olan “hayır”, “yasak”, “yapma” gibi
olumsuz kelimeleri kullanma olasılığımız çok artıyor. Oysa olumlu bir dil
kullanmak çocuğunuzun neyi yapmayacağını sürekli hatırlatmak yerine neyi
yapacağını hatırlatıp işini kolaylaştırır. Olumlu bir dil kurgularken dikkat
edeceğimiz tek şey ise yapılmasını istediğimiz şeyi dile getirmekten geçiyor; yani “koşma” demek yerine, “şimdi yürüyoruz” ya da “oyuncaklarını dağıtma”
demek yerine “oynadıktan sonra oyuncaklarımızı topluyoruz “ demek gibi...
Olumlu ifadeler kullanırken sosyal olarak kabul gören bir dil kullanmak da
önemlidir; lütfen, teşekkürler, rica ederim gibi kalıplar hem model olarak hem
de zaman içinde gelişen öğrenmelerdir. Hemen söylemeye başlamasa ya da
yanınızda yapmasa bile ihtiyaç duyduğunda bu kelimelerin anlamlarını ve
diğerleri üzerindeki etkisini bilerek kullanmaya başlayacaktır.
·
“Eğer” demek yerine “önce….. sonra…..” kalıbını
kullanmaya çalışın. “Eğer” ile başlayan cümleler bir koşul bildirir
ve tehdit olarak algılanma olasılığı çocuklar söz konusu olduğunda oldukça
yüksektir. Ancak “önce/şimdi …… yapıyoruz, sonra…… yapacağız” gibi bir
kalıp sunduğunuzda temel bir sıralama ve rutin mantığı geliştirme şansımız
artar. Bu sayede çocuklara davranışlarının sonuçları olduğunu ve bu sonuçların
sorumluluğunu alabileceğini de öğretme şansımız olur. Örnekleyecek olursak
“önce yemek yiyeceğiz, sonra kitap okuyacağız” dediğimizde kitap okumak
çocuğunuzun sevdiği bir etkinlikse yemek yeme konusunda da daha işbirlikçi
davranma ihtimalini arttırabilirsiniz. Özellikle etkinlikler için süre
ayırdıysanız ve süreler konusunda çocuğunuzu haberdar ettiyseniz geciktiği
etkinlikler için kendine ait bir sorumluluğu olduğunu da ifade etmiş olursunuz.
·
Geribildirimin önemini hatırlayın. Söylediğiniz
şeylerin havada kalmadığından emin olmak için çocuğunuzun ne anladığını teyit
edin. Aynı şekilde onun anlattıklarını da can kulağıyla dinleyin ve anlayıp
anlamadığınızdan emin olmak için sorular sorun, ne anladığınızı dile getirin,
yanlış anladıysanız düzeltmek için yardım isteyin. Bu arada çocuğunuzun tarif
etmekte güçlük çektiği deneyim ve duygular için de isim ve ifade bulmasına
yardım edin. Unutmayın duyguların yanlışı olmaz; dolayısıyla olumsuz deneyim ve
duyguları da dile getirmesi için cesaretlendirin. Bu şekilde ona pek çok şeyi
öğretmiş olursunuz; dinlemeyi, anladıklarının doğru olup olmadığını
değerlendirmeyi, yanlış anlaşılmaları düzeltmek için yol bulmayı, ne hissederse
hissetsin kabul göreceğini öğrenen çocuğunuz bunlarla nasıl baş
edeceğini de öğrenme konusunda büyük bir adım atar ve ihtiyaç duyduğunda yardım
ister.
·
Bir şeyin yapılmasını istiyorsanız önce eşlik
edin. Çocuklar özellikle evdeki zamanlarında keyif aldıkları
etkinliklere daha çabuk yönelir ve orada daha uzun süre kalmak isterler.
Oyuncaklarıyla oynarken “hadi yemek yiyoruz” dediğinizde hemen kalkıp yemeğe
gelmesini beklemek her zaman uygun olmayabilir. Bazı günler bu rahatlatıcı
etkinliklerde daha fazla vakit geçirmek isterler. Tüm yapılması gerekenleri
yaptıktan sonra hala yemeğe gelmeyen çocuğunuz için yapacağınız en yararlı şey
“önce bacaklar sonra dudaklar” prensibi ile hareket etmenizdir. Çağırdığınızda
gelmeyen çocuğunuzun yanına gidin, sonra ne olacağın hatırlatın, kısa bir süre
aktif ya da pasif bir şekilde eşlik edin ve verdiğiniz süre bittiğinde onunla
beraber oyuncakları bırakıp/toplayıp yemeğe oturun. Sürekli bir şeyleri
söyleyerek yaptırmaya çalışmak yerine yapılacak şeyin kaçınılmaz olduğunu
hatırlatacak şekilde eşlik etmek bir süre sonra küçük hatırlatmaların işe
yaramasını kolaylaştırır. Tabi yine yaş ne kadar küçükse daha fazla hatırlatma
yapmanız gerektiği aklınızın bir köşesinde mutlaka bulunsun. Ve şarkı,
tekerleme ya da oyuna dönüşmüş şeylerin daha kolay akılda kaldığını da hep
hatırlayın.
·
Seçenek sunmak incelikli bir sanattır… Her zaman
seçenek sunmanın işe yarayacağını söyleriz ancak bunu yapmak genellikle zordur.
Seçenek sunarken asıl amaç işi kolaylaştırmak değildir, çocuğa “buna ben karar
verdim “duygusu yaşatmak ve seçiminin sorumluluğunu almayı öğretmektir. Böyle
bakıldığında seçeneklerin sınırlı olması önemlidir; en fazla üç seçenek
sunulabilir hatta seçenekleri ikiye indirmek daha iyidir. Her zaman çocuğunuzun
da sevebileceği seçeneklerin olmasın dikkat edin, hatta seçim yapacağı şeylerin
arasında mutlaka onun çok sevdiği bir şeyin bulunmasına özen gösterin. Seçeneklerin
iyi ve kötü taraflarını tartışın, onun işini nasıl kolaylaştıracağını ifade
etmek işlevsellik hakkında çok şey öğrenmesini sağlar. Ancak unutmayın
kendilerine göre bir beğenileri vardır ve siz ne kadar sevmeseniz de bu konuda
ısrarcıdırlar. Dolayısıyla bakış açınızda esnemeler yapmaya gayret edin. Yine
de tartışmaya açık bir konu değilse ikna etmeye çalışmak yerine bu konuyla
ilgili net bir kararınız olduğunu, onun talebi ve duygusunu anladığınızı ancak
yetişkin olarak bu konunun sorumluluğunun size ait olduğunu ifade edin.
Çocuklar kırmızıçizgileri zorlamayı sever ancak bir konunun net olduğunu anladıklarında
daha fazla ısrar etmezler. Yine de çok fazla kırmızıçizginizin olmaması da
ilişkiniz için yararlı olur.
·
“Dinleme-duyma” düzeyini ayarlamaya çalışın. Ne
yaparsanız yapın bir şekilde sonuca ulaşamadınız ve kriz oluştu... Sözel
iletişimin devam etmediği durumlarda iletişimin ve ilişkinin sürmesi yine de
mümkündür. Kriz sizin günlük yorgunluğunuzdan kaynaklanıyor ve geriliminiz
çocuğa yansıyorsa ona çok yorgun ve kafası karışık olduğunuzu ve bunun onunla
ilgisi olmadığını söylemeniz tansiyonu düşürecektir. Eğer çocuğunuzdan
kaynaklanıyorsa bizim gibi düşünmeye çalışın :) Önce
fiziksel ihtiyaçlarının karşılanma düzeyini, sonra rutininde bir aksama olup
olmadığını en son olarak da fiziksel olarak hasta olma ihtimalini
değerlendirin. Eğer bunlarla ilgili bir değişiklik/uygunsuzluk yoksa kriz
anında konuşmaya çalışmayın, dinlemeyecektir. Zaten sizin de çok anlatmaya
sabrınız olmayacaktır ve gerginlik tırmanacaktır. Nasıl sakinleştiğini bilen
yetişkinler olarak ona o şekilde yaklaşın; sarılın, yanında durun, ona fiziksel
olarak temas edemiyorsanız yakınlarında bulunun ve çocuğunuz duygusunun
anlaşıldığını ve sakinleşmesini onu “terk etmeden” beklediğinizi nasıl anlıyorsa onu yapın.
Ancak bundan sonra onunla konuşabilir, onu gerçek anlamda duyabilir ve sesinizi
duyurabilirsiniz.
·
“Ben dili” kavramını duymuş muydunuz? Eminim
duydunuz, çok şey okudunuz ve yapmaya da çalışıyorsunuz. Ben dili temelde
kendinizden bahsetmenizin yoludur; karşınızdaki kişiye ne ya da kim olduğunun vurgusunu değil yaptığı şeyin sorumluluğunu vermenizi ve sizdeki etkisini görmesini
kolaylaştıran bir yöntemdir. Ben dili ile ilgili örnekler hep olumsuz durumlar
ve zamanlar için verilir, oysa bu çocuğunuza model olmak isteyebileceğiniz çok
güzel bir yöntemdir ve keyifli, güzel, mutlu zamanların da vaz geçilmez bir
eşlikçisidir. Çok basit bir formülü vardır: “Sen böyle yaptığında ben böyle
hissediyorum.” Buna eklemeler yapabilirsiniz, “sanırım bunu şöyle
düşünerek/hissederek yapmıştın, ben de bunu şöyle yapsaydın böyle
hissedebilirdim” gibi, ya da “şöyle hissedince böyle davranmak yerine başka ne
yapsaydın ben de ... hissederdim acaba” gibi… Temel mantık, kişiliğe ilişkin
hiçbir şey söylememek yalnızca davranışlar üzerinde düzenleme yapmanın mümkün
olup olmayacağını düşündürmektir.
Bunlara eklenebilecek pek çok şey
olabilir şüphesiz ancak bunlardan bir kaçını yapabiliyor olmak bile çocuğunuzla
iletişiminizin farklılaşmasına yardımı dokunacaktır. Temelde amacımızı
unutmamakta yarar olduğunu düşünüyorum; bizler çocuklarımızın gelecekte her
türlü duyguyu yaşayıp, bunlarla baş edebilecek, her türlü deneyim ve
duygularını paylaşabilecek, paylaşıldığında dinleyebilecek, anlayabilecek ve
kendini de anlatabilecek, davranışlarından sorumlu ve insan insana temasın
keyfini ve doyumunu yaşayacak bireyler olarak yetiştirmeye çalışıyoruz.
Diliyorum bu anahtarlar ile o kapının kilidini açıp, kapıyı aralamamız mümkün
olur.
Sevgiyle,
Beyhan
ÖZPAR
Psikolojik
Danışman