28 Eylül 2015 Pazartesi

Her Şey Dinleyerek Başladı...


İnsanoğlu ilişki içinde olmaya bağımlı tek canlı türüdür. Kurduğu tüm ilişkiler insanın kendini algılayışından toplumsal normları öğrenmesine kadar uzanan geniş bir yelpazede pek çok kazanıma hizmet eder. Yalnız kalmak istediğimiz zamanlarda bile diğerleri ile örtülü bir mesaj eşliğinde ilişkimizi sürdürürüz. Hatta diğerleri ile ilişkilerimize yönelik yatırımlarımız azaldığında ya da kaybolduğunda kitaplar, sanatsal faaliyetler ya da hobiler gibi ilişki kuracak başka şeyler ararız.

Modern zamanlar insanoğluna bu anlamda en büyük nimetlerinden birini sunmaktadır; kitle iletişim araçları ve sosyal medya insanın ilişkide bulunma ihtiyacına büyük ölçüde cevap vermektedir. Ancak ne kadar “gerçek bir ilişki” içinde olduğumuz tartışılır. Çünkü aslında ilişki kurmak iletişimle başlar ve maalesef günümüzde iletişim kurmak tüm teknolojik olanaklara rağmen sınırlı olarak gerçekleştirdiğimiz bir şeye dönüşüyor. Şimdilerde iletişim kurmak dediğimiz şeyin daha çok mesaj atmak, ne yapılacağını söylemek, nasıl yapılacağını söylemek gibi sadece içerikle sınırlanmış bir hale dönüştüğünü görmek mümkün. Bu yanlış bir iletişim şekli mi; hayır. Ancak kesinlikle eksik olduğunu söylemek yerinde olur. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda gerçek anlamdan yoksun, yaşına uygun beklentiden uzak, sadece edilgen kılan ya da diğer uçta asla kendi sınırlıklarının farkına varmayan ve sahte bir kendilik geliştirme riski altındaki narsistik çocuklar yetiştirmemiz çok mümkün. Veyahut kendini teknolojiye adamış ve teknoloji ile bağımlı bir ilişki içinde olan ancak gerçek bir ilişki kurmanın nasıl olduğunu deneyimleyemeyen bir nesle doğru ilerliyor olduğumuz da görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek.

Sorunları ve görünürdeki riskleri listelemek her zaman daha kolay oluyor. Peki, çözüm var mı? Varsa ne?

Önce belki biraz iletişimin ne olduğunu konuşmak gerekiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi şu anda kullandığımız iletişim şekli ve/veya araçları yanlış değil, sadece eksik. Eksik çünkü iletişimi sadece bilgi alışverişi gibi teknik bir yanını besliyor. Oysa iletişim kurmak teknik gerekliliklerden her zaman daha fazlasını barındırıyor. Özellikle iletişim kurarken asıl aradığımız şey olan o temas ihtiyacını ve duygusal olarak beslenme gerekliliğini unutmamamız gerekiyor. İletişimi ilişki içinde olmak için kullanıyoruz ancak ilişki kurmaktaki temel ihtiyacımız olan anlaşılma, sevilme, kabul görme ya da sadece duyulma gibi temel ihtiyaçlarımızı görmezden geliyoruz ya da değersizleştiriyoruz. Yetişkinler söz konusu olduğunda tepkiler ve bununla başa çıkma biçimleri çeşitlenebiliyor; şiddet içerikli bir formdan yok sayma gibi basit savunmalara kadar geniş bir yelpazede pek çok tepki ile karşılaşabiliyoruz. Duygusal anlamda duyulmak çoğunlukla değerini kaybediyor ve teknik gerekliliklerin yerine gelmesi yeterli olabiliyor.  Ancak çocuklar bu konuda başarı gösteremiyor ve duyulmak için ellerinden geleni yapmaya ancak bir süre devam ediyorlar. Sonrasında ise tamamen vazgeçip dünyaya olan güvenlerini kaybedebiliyorlar.

İletişim temelde karşılıklı olarak gerçekleştirilen sözlü ve sözsüz birçok içerikten oluşuyor. Sesimizin tonundan, jest ve mimiklerimizin durumuna kadar pek çok şey sadece görünen değil, gizli içeriği/mesajı da karşımızdaki kişiye ulaştırıyor. Genellikle atladığımız şey ise işin gerçek anlamda duyulma/anlaşımla boyutunu garanti altına alan, düzenli bir değerlendirme ve mesajı yeniden yapılandırma olanağı sunan geri bildirimler oluyor. Oysa karşılıklılık, geri bildirimler ile sağlanıyor.

Yetişkinler ses olarak duydukları şey ile tatmin olabilseler de çocuklar genellikle sözcüklerin ötesine geçiyorlar ve bazı şeyleri “asla” ima etmeseniz ya da “kesinlikle” çok iyi saklamış olsanız bile tüm söz dışı iletişim biçimlerinizden yakalayabiliyorlar. Bu keskinlikte bir görüşleri olduğunu genellikle unutuyor olmamız yetişkin alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor, oysa çocuklar için mesajın sözel tonu ve içeriğinden çok duygusal tonu ve söylenmeden gösterilenler daha önemli bir içerik sağlayıcı. Bu da bize çok önemli bir konuyu gündeme getirme sorumluluğu veriyor; çocuklarla iletişimde nelere dikkat etmek gerekiyor?

Bu konuda yapılabilecek temel şeylere geçmeden çocukların duyulma ihtiyaçlarının karşılanmasının daha zor olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Kelime dağarcıklarının, yaşam deneyimlerinin ve asıl istedikleri ya da istemedikleri şeyi tanımlama becerilerinin kısıtlılığı onlarla iletişim kurmayı genellikle zorlaştırıyor. Dolayısıyla yetişkine, yetişkinin kendini anlatmasından önce çocuğun kendini anlatabilmesi için gerekli sabır, sakinlik ve kolaylığı sağlaması gibi fazladan sorumluluklar ve görevler de veriyor. Ve tüm bunlar sağlansa bile yine de yetişkinin çocuk tarafından anlaşılması her zaman mümkün olmuyor. Zaten çocukla iletişimde asıl önemsediğimiz şeyin biz yetişkinleri tam olarak anlamasından çok öncelikle onu dinleyen ve anlamaya istekli, onu seven yetişkinlerin etrafında olduğu güvenini duyması ve yaptığımız yardımlar sayesinde de her geçen gün hem kendini anlatabilme hem de etrafındakileri anlayabilme becerisinin gelişmesi olduğunu hep hatırlamak gerekiyor.

Şimdi gelelim çocuklarla iletişim kurarken işimizi kolaylaştıracak, kapıları açmamıza yardımı olacak anahtarları konuşmaya... Ne yaparsak hem onlara anlaşıldıklarını hissettirip hem de onlar tarafından anlaşılma olanağımızı güçlendiririz?

·         Yaşa bağlı gelişim özellikleri hakkında bilgi veya fikir sahibi olmak en önemli konudur. Her yaş döneminin sadece fiziksel ve bilişsel değil aynı zamanda duygusal ihtiyaçları da vardır. Dolayısıyla yaşa uygun olmayan bir beklenti geliştirmek iletişimi de bu şekilde sürdürmemiz riskini doğurur. Bazen çocuklar “yetişkin gibi” konuşup, ilginç kelimeler sarf edebilirler… Önemli olan bunları söyleyebilmesi değildir; söylediklerinin anlamını bilmesi, bu asıl içeriğe katlanabilmesi ve bununla baş edebilmesi daha önemlidir. Yani kelime dağarcığının zenginleşmesi ile zengin kelime dağarcığındaki tüm kelimelerin duygusal anlamlarıyla baş edebilmesi aynı şey değildir. Konuşurken yine yen kelimeler öğrenmesini destekleyen bir dil kullanırken “bu dili kullanabiliyorsa artık her şeyi de anlayabilecek olgunluktadır” yanılgısına düşmemeye çalışın. Çocuklar sadece ailelerinin onayladığı, sevdiği kişiler olmaya gayret ederler; yaşlarının üzerinde olgunluk göstermeleri sizin beklentilerinizi karşılamaya çalıştıkları ancak bunu yaparken duygusal olarak çok yoruldukları anlamına gelir. Bu da bizi yine aynı sonuca götürür; yaşına uygun beklentiler geliştirin, iletişiminizi bu bilinçle sürdürün, çocuğunuzun da yaşı düzeyindeki tepkilerine alan açmış olun… Eğer yaşa bağlı gelişim özellikleri hakkında bir fikriniz yoksa bir uzmandan yardım alın; hem sizin hem de çocuğunuzun işini kolaylaştırın.

·         İletişim kurarken ilişkinizi kaybetmeyin… Çocuğunuzla sohbet etmek, ondan bir şeyi yapmasını istemek gibi pek çok durumda öncelikle adıyla seslenin. Sizin farkınızda olmasını ve ona dikkat ettiğinizi anlamasını sağlayın. Mümkün olduğunca ısrarcı olmayan bir tonda göz kontağını sürdürün, onun hizasında olun. Sesinizin tonuna ve ondan ne istediğinize özen gösterin, basit ve kısa cümleler kurmaya çalışın. Yaş büyüdükçe karmaşık cümleleri anlama potansiyeli gelişecektir. Yine de söylediklerinizi anlama, bunlara uzun süre dikkat gösterme gibi becerilerinin zamanla gelişeceğini hatırlayın.

·         Olumlu ifadeler kullanmaya özen gösterin. Özellikle beklentiler, kurallar, yapılacaklar ya da yapılmayacaklar gibi şeyler söz konusu olduğunda kültürümüzün bir armağanı olan “hayır”, “yasak”, “yapma” gibi olumsuz kelimeleri kullanma olasılığımız çok artıyor. Oysa olumlu bir dil kullanmak çocuğunuzun neyi yapmayacağını sürekli hatırlatmak yerine neyi yapacağını hatırlatıp işini kolaylaştırır. Olumlu bir dil kurgularken dikkat edeceğimiz tek şey ise yapılmasını istediğimiz şeyi dile getirmekten geçiyor; yani “koşma” demek yerine, “şimdi yürüyoruz” ya da “oyuncaklarını dağıtma” demek yerine “oynadıktan sonra oyuncaklarımızı topluyoruz “ demek gibi... Olumlu ifadeler kullanırken sosyal olarak kabul gören bir dil kullanmak da önemlidir; lütfen, teşekkürler, rica ederim gibi kalıplar hem model olarak hem de zaman içinde gelişen öğrenmelerdir. Hemen söylemeye başlamasa ya da yanınızda yapmasa bile ihtiyaç duyduğunda bu kelimelerin anlamlarını ve diğerleri üzerindeki etkisini bilerek kullanmaya başlayacaktır.

·         “Eğer” demek yerine “önce….. sonra…..” kalıbını kullanmaya çalışın. “Eğer” ile başlayan cümleler bir koşul bildirir ve tehdit olarak algılanma olasılığı çocuklar söz konusu olduğunda oldukça yüksektir. Ancak “önce/şimdi …… yapıyoruz, sonra…… yapacağız” gibi bir kalıp sunduğunuzda temel bir sıralama ve rutin mantığı geliştirme şansımız artar. Bu sayede çocuklara davranışlarının sonuçları olduğunu ve bu sonuçların sorumluluğunu alabileceğini de öğretme şansımız olur. Örnekleyecek olursak “önce yemek yiyeceğiz, sonra kitap okuyacağız” dediğimizde kitap okumak çocuğunuzun sevdiği bir etkinlikse yemek yeme konusunda da daha işbirlikçi davranma ihtimalini arttırabilirsiniz. Özellikle etkinlikler için süre ayırdıysanız ve süreler konusunda çocuğunuzu haberdar ettiyseniz geciktiği etkinlikler için kendine ait bir sorumluluğu olduğunu da ifade etmiş olursunuz.

·         Geribildirimin önemini hatırlayın. Söylediğiniz şeylerin havada kalmadığından emin olmak için çocuğunuzun ne anladığını teyit edin. Aynı şekilde onun anlattıklarını da can kulağıyla dinleyin ve anlayıp anlamadığınızdan emin olmak için sorular sorun, ne anladığınızı dile getirin, yanlış anladıysanız düzeltmek için yardım isteyin. Bu arada çocuğunuzun tarif etmekte güçlük çektiği deneyim ve duygular için de isim ve ifade bulmasına yardım edin. Unutmayın duyguların yanlışı olmaz; dolayısıyla olumsuz deneyim ve duyguları da dile getirmesi için cesaretlendirin. Bu şekilde ona pek çok şeyi öğretmiş olursunuz; dinlemeyi, anladıklarının doğru olup olmadığını değerlendirmeyi, yanlış anlaşılmaları düzeltmek için yol bulmayı, ne hissederse hissetsin kabul göreceğini öğrenen çocuğunuz bunlarla nasıl baş edeceğini de öğrenme konusunda büyük bir adım atar ve ihtiyaç duyduğunda yardım ister.

·         Bir şeyin yapılmasını istiyorsanız önce eşlik edin. Çocuklar özellikle evdeki zamanlarında keyif aldıkları etkinliklere daha çabuk yönelir ve orada daha uzun süre kalmak isterler. Oyuncaklarıyla oynarken “hadi yemek yiyoruz” dediğinizde hemen kalkıp yemeğe gelmesini beklemek her zaman uygun olmayabilir. Bazı günler bu rahatlatıcı etkinliklerde daha fazla vakit geçirmek isterler. Tüm yapılması gerekenleri yaptıktan sonra hala yemeğe gelmeyen çocuğunuz için yapacağınız en yararlı şey “önce bacaklar sonra dudaklar” prensibi ile hareket etmenizdir. Çağırdığınızda gelmeyen çocuğunuzun yanına gidin, sonra ne olacağın hatırlatın, kısa bir süre aktif ya da pasif bir şekilde eşlik edin ve verdiğiniz süre bittiğinde onunla beraber oyuncakları bırakıp/toplayıp yemeğe oturun. Sürekli bir şeyleri söyleyerek yaptırmaya çalışmak yerine yapılacak şeyin kaçınılmaz olduğunu hatırlatacak şekilde eşlik etmek bir süre sonra küçük hatırlatmaların işe yaramasını kolaylaştırır. Tabi yine yaş ne kadar küçükse daha fazla hatırlatma yapmanız gerektiği aklınızın bir köşesinde mutlaka bulunsun. Ve şarkı, tekerleme ya da oyuna dönüşmüş şeylerin daha kolay akılda kaldığını da hep hatırlayın.

·         Seçenek sunmak incelikli bir sanattır… Her zaman seçenek sunmanın işe yarayacağını söyleriz ancak bunu yapmak genellikle zordur. Seçenek sunarken asıl amaç işi kolaylaştırmak değildir, çocuğa “buna ben karar verdim “duygusu yaşatmak ve seçiminin sorumluluğunu almayı öğretmektir. Böyle bakıldığında seçeneklerin sınırlı olması önemlidir; en fazla üç seçenek sunulabilir hatta seçenekleri ikiye indirmek daha iyidir. Her zaman çocuğunuzun da sevebileceği seçeneklerin olmasın dikkat edin, hatta seçim yapacağı şeylerin arasında mutlaka onun çok sevdiği bir şeyin bulunmasına özen gösterin. Seçeneklerin iyi ve kötü taraflarını tartışın, onun işini nasıl kolaylaştıracağını ifade etmek işlevsellik hakkında çok şey öğrenmesini sağlar. Ancak unutmayın kendilerine göre bir beğenileri vardır ve siz ne kadar sevmeseniz de bu konuda ısrarcıdırlar. Dolayısıyla bakış açınızda esnemeler yapmaya gayret edin. Yine de tartışmaya açık bir konu değilse ikna etmeye çalışmak yerine bu konuyla ilgili net bir kararınız olduğunu, onun talebi ve duygusunu anladığınızı ancak yetişkin olarak bu konunun sorumluluğunun size ait olduğunu ifade edin. Çocuklar kırmızıçizgileri zorlamayı sever ancak bir konunun net olduğunu anladıklarında daha fazla ısrar etmezler. Yine de çok fazla kırmızıçizginizin olmaması da ilişkiniz için yararlı olur.

·         “Dinleme-duyma” düzeyini ayarlamaya çalışın. Ne yaparsanız yapın bir şekilde sonuca ulaşamadınız ve kriz oluştu... Sözel iletişimin devam etmediği durumlarda iletişimin ve ilişkinin sürmesi yine de mümkündür. Kriz sizin günlük yorgunluğunuzdan kaynaklanıyor ve geriliminiz çocuğa yansıyorsa ona çok yorgun ve kafası karışık olduğunuzu ve bunun onunla ilgisi olmadığını söylemeniz tansiyonu düşürecektir. Eğer çocuğunuzdan kaynaklanıyorsa bizim gibi düşünmeye çalışın :) Önce fiziksel ihtiyaçlarının karşılanma düzeyini, sonra rutininde bir aksama olup olmadığını en son olarak da fiziksel olarak hasta olma ihtimalini değerlendirin. Eğer bunlarla ilgili bir değişiklik/uygunsuzluk yoksa kriz anında konuşmaya çalışmayın, dinlemeyecektir. Zaten sizin de çok anlatmaya sabrınız olmayacaktır ve gerginlik tırmanacaktır. Nasıl sakinleştiğini bilen yetişkinler olarak ona o şekilde yaklaşın; sarılın, yanında durun, ona fiziksel olarak temas edemiyorsanız yakınlarında bulunun ve çocuğunuz duygusunun anlaşıldığını ve sakinleşmesini onu “terk etmeden”  beklediğinizi nasıl anlıyorsa onu yapın. Ancak bundan sonra onunla konuşabilir, onu gerçek anlamda duyabilir ve sesinizi duyurabilirsiniz.

·         “Ben dili” kavramını duymuş muydunuz? Eminim duydunuz, çok şey okudunuz ve yapmaya da çalışıyorsunuz. Ben dili temelde kendinizden bahsetmenizin yoludur; karşınızdaki kişiye ne ya da kim olduğunun vurgusunu değil yaptığı şeyin sorumluluğunu vermenizi ve sizdeki etkisini görmesini kolaylaştıran bir yöntemdir. Ben dili ile ilgili örnekler hep olumsuz durumlar ve zamanlar için verilir, oysa bu çocuğunuza model olmak isteyebileceğiniz çok güzel bir yöntemdir ve keyifli, güzel, mutlu zamanların da vaz geçilmez bir eşlikçisidir. Çok basit bir formülü vardır: “Sen böyle yaptığında ben böyle hissediyorum.” Buna eklemeler yapabilirsiniz, “sanırım bunu şöyle düşünerek/hissederek yapmıştın, ben de bunu şöyle yapsaydın böyle hissedebilirdim” gibi, ya da “şöyle hissedince böyle davranmak yerine başka ne yapsaydın ben de ... hissederdim acaba” gibi… Temel mantık, kişiliğe ilişkin hiçbir şey söylememek yalnızca davranışlar üzerinde düzenleme yapmanın mümkün olup olmayacağını düşündürmektir. 

Bunlara eklenebilecek pek çok şey olabilir şüphesiz ancak bunlardan bir kaçını yapabiliyor olmak bile çocuğunuzla iletişiminizin farklılaşmasına yardımı dokunacaktır. Temelde amacımızı unutmamakta yarar olduğunu düşünüyorum; bizler çocuklarımızın gelecekte her türlü duyguyu yaşayıp, bunlarla baş edebilecek, her türlü deneyim ve duygularını paylaşabilecek, paylaşıldığında dinleyebilecek, anlayabilecek ve kendini de anlatabilecek, davranışlarından sorumlu ve insan insana temasın keyfini ve doyumunu yaşayacak bireyler olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Diliyorum bu anahtarlar ile o kapının kilidini açıp, kapıyı aralamamız mümkün olur.

Sevgiyle,

Beyhan ÖZPAR

Psikolojik Danışman

8 Eylül 2015 Salı

Bir Yıldız Gibi Sönüyor Yüreğimin Işığı

Sevgili anne, sevgili baba...

Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Aklıma ilk gelen, hiç yaşamadığım ama hayalini kurduğum göç hikayeniz. Geldiğini gördüğünüz nefretin ve karanlığın yıkımından uzaklaşıp, hayatla ilgili umutlarınızı soldurmaması için yolculuk etme, huzur bulacağınıza inandığınız topraklara ulaşma arzunuz... Anne yirmi yaşında değildin her halde, bu topraklarda henüz televizyon yokken memleketinden getirdiğin televizyonu nereye koyacağınızı bilememiştiniz... Kuzularınızdan, bahçenizden, derenizden, dağlarınızdan koparak gecesi gündüzü belli olmaya bir hayata tutunma çabasının içine, yol, dil bilmeden düşüvermiştiniz. Şimdi hala yasını tuttuğum dayım senin çocuğun olacak yaştaydı ve ilkokul birinci sınıfı tekrar etmek zorunda kalmıştı... Baba sen de akademi diplomanı ne yapacağını bilmiyordun; valiye kadar gitmiştin, "bana bu diploma ile bir şeyler yapma olanağı vermelisiniz" diye. Hayatının peşine burada düşmüştün. Bu kana doymayan, nefretle beslenen topraklara tutunmak için, gece gündüz çalıştınız. Aradığınız huzuru bulabildiniz mi?

Dün gece tek derdiniz yaşlılıktan kaynaklı ağrılarınızın nasıl dineceğini bilmemenizdi. Çok şükür evlat acısı henüz yaşamadınız; ben de kardeşlerim de sapa sağlam bu sabaha uyandık. Çok şükür bir işimiz, birer ailemiz, evimiz barkımız ve yarına dair umutlarımız var. Peki biliyor musunuz dün gece kaç evde gözyaşları içinde baygın düştü anneler, babalar? İnançlarına sığınıp sabır dilediler içlerinde bitmeyen, bitmeyecek bir acıyla... Dinden bağımsız, ırktan bağımsız, milletlerinden bağımsız,  inandıkları her şeyden bağımsız; iki yaşından elli yaşına evlatlarının yasıyla boğuştular... Kimi yavrusuna ne olduğunu bile bilmiyor, kimi onu gömmek için sokağa çıkamıyor... Ateş sadece düştüğü yeri mi yakıyor gerçekten?

Parmaklarımız klavyenin tuşlarına nefretle basarken, rahat koltuklarımızda oturuyoruz. Ben olmayana, benden olmayana her türlü acıyı, isyanı, insanca olan her şeyi yasaklayıp, sonra gündelik işlerimizde sadece bize hak olanları yaşamaya devam ediyoruz. Duyguların yanlışı olmazsa eğer, neden bizden olmayanın duyduğu acıyı yok saydık?

Biliyor musunuz annecim ve babacım, empati ile ötekileştirme aynı yerde başlıyor... Benle, ben olmayanın ayırımını yaptığım o ilk anda ya büyük bir sevginin ya da sonsuz bir nefretin tohumları atılıyor. Nasıl oluyor da daha çok nefretin tohumlarını atabildik biz bu topraklarda? Nasıl oldu da dinlemeden, anlamadan sadece bana uymadığı için diğerine bu kadar öfke duyabildik? Nasıl oldu da iyinin de kötünün de aynı insan oğlu gerçeği olduğunu görmek istemedik; ya bize benzeyen mutlak iyiler dünyası ya da bize benzemeyen kötülük dolu güruhlara inandık, insanları öyle böyle böldük?

Şimdi içimde buruk bir acı, ne yapacağımı bilmiyorum. Sıradan bir insan olmaktan hep hoşnut oldum, hep öyle olmak için elimden geleni yaptım... Şimdi sıradan olmaktan ötürü nasıl da mutsuzum. İlk defa sihirli bir değneğim olsun, süper güçlerim olsun istiyorum. Bir fark yaratabilecek, insana insan olduğunu hatırlatabilecek bir iksirim olsun istiyorum... Ancak sizin de bildiğiniz gibi fazla gerçekçi bir insanım ve bunların olmayacağını biliyorum. Bana yıllarca verdiğiniz o güzel şeyler var ya; hani komşunu ailen gibi bil, başkasının ayıbını ört, her canlıyı sadece yaratandan ötürü sev ve koru, çalış çabala, insanlığa ve kendine hayırlı biri ol... İşte onlar benim yüreğime sizin büyük sevginizle atılmış ışık parçalarıydı. Çok karanlık anne, baba; benim ışığım bu karanlıkta görünmüyor, benim ışığım bu karanlığa yetmiyor. Yavaş yavaş bir kara delik tarafından çekiliyorum. Sönen bir yıldız gibi yüreğim; ışığımın kaybolduğunu, canımın çekildiğini hissediyorum.

Bana verdiğiniz yaşama yönelme arzusu ile, insanı yaşamı anlamak için ömrümü harcayacağım bir meslek seçtim ve hep öğrenmemin peşindeyim... Neye kızayım bilmiyorum bu yüzden; cehalete mi kızayım? Peki ben ne yaptım, ya da onlardan fazlasını bildiğimi kim söylüyor? Yokluğa mı kızayım? Görülmek için çırpınışa mı kızayım? Korkuya mı kızayım? Bir şeylere tutunma çabasına mı kızayım? Hani her savaşa giren insanın yanındadır tanrısı ve herkes kendi tanrısı için, ondan güç alarak savaşır ya; tanrıya, herkesin kişisel tanrısına mı kızayım?  Baş etmeye çalışırken insanlar, öfke ve nefretle beslenen bu topraklarda, yeni bir yöntem, farklı bir bakış açısı edinememelerine mi kızayım? Bazısı tüm bunlara temas etmek istemiyor ve bakmak istemiyor diye mi kızayım?

Sevgili annecim, sevgili babacım ben çok yoruldum... Ne zaman unuttu insan, insan olduğunu? Ne zaman düşünmekten, hissetmekten ve inanmaktan vazgeçtik? Ne zaman karşımızdaki kişinin düşünen, hisseden ve inanan biri olduğunu görmezden gelmeye başladık? Biri yazmıştı, evlat annenin vatanıdır diye; kaç anne baba vatanından sürüldü, vatansız kaldı? Yaşı ne olursa olsun hepsi şehit olmadı mı; bir ideal uğruna, bir düşünce uğruna, bir inanç uğruna, bir parça toprak uğruna, yaşama tutunmak uğruna...

Bana verdiğiniz her şey için teşekkür ederim... Ama tüm bunlarla beraber biliyorum masum değilim. Benim ellerimden, parmaklarımın ucundan da kan damlıyor. Hepimizin elleri kirli ve hiç bir düşünce, hiç bir inanç, hiç bir toprak bunu temizleyemeyecek...


Kızınız Beyhan