Son
günler oldukça karanlık geçiyor. Bir cinayet haberi insanoğlunun kendisi ile
imtihanında önemli bir dönüm noktasına dönüştü ve bizler içimizdeki karanlıkla
yüzleşmeye, onu dışarı vurmaya ve onunla uzlaşmaya çalışıyoruz. İdam söylemleri,
intikam çığlıkları; acının her türlü meşrulaştırılması için kör gözlerimiz,
sağır kulaklarımız ve dilsiz ağızlarımız açıldı… Dipsiz bir kuyuya düşüyor,
düşüyoruz.
Özgecan
öldürüldüğünden beri toplumun her kesiminden çok fazla kişi kendi usullerince
tepki veriyor. Ben de bunlardan biriyim. Tepkilere baktıkça konunun tek bir
odakta toplandığını görmek mümkün; cinsiyet… Cinsel açlıktan, dürtü kontrol
yetersizliğinden, toplumsal cinsiyet algımızdan konuşup duruyoruz ve kadının
uğradığı taciz, şiddet, vahşet eylemleri ve söylemleri üzerinden okumalar
yapmaya devam ediyoruz. Bunun “sapkın ruhların” sağlıksız akıllarının ürünü
olduğundan dem vuruyor toplumsal olarak yine bir şeyleri dışarıda tutup, “tüh
tüh” “yazıklar olsun” “hasta bunlar” cümleleri savuruyoruz. Ancak hala toplum
olarak buraya gidişimizin sorumluluğunu biz “sağlıklı insanlar” almış değiliz. Çünkü
her zaman bir öteki var. Ve farkında değiliz ki hala gayet cinsiyetçi bir
söylem üzerinden gidiyoruz. Zira pozitif ayrımcılık “ayrımcılık” değil.
Şimdi
elimden geldiğince size daha geniş bir bakış açısı sunmaya çalışacağım. Muhtemelen
bu da benim sınırlarıma değecek ve kaçırdığım, kör noktalarıma denk gelen pek
çok şeyi siz fark edeceksiniz. Önemli olan “farklı bir bakış açısı sağlamak
mümkün mü?” sorusuna cevap aramak; ben kendi adıma arıyorum.
Olayı
sadece cinsiyet söylemi üzerinden ele almanın yetersiz ve geçersiz bir tutum
olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Çünkü sadece bir genç kızın değil,
kadınların değil; toplumun ve hatta insanlığın ortak sorunu ile yüzleşmek
zorundayız. Bence konu insanoğlunun güç ihtiyacı, güce olan bakışı ve bunu
nasıl kullandığı ile ilgili. Bunun yarattığı şiddet sadece fiziksel ya da
cinsel değil; psikolojik, sosyal ve söylemsel bir şiddet de etrafta kol
geziyor.
Belki
burada bir ayrımla başlasak daha yararlı olur. Hepimizde köken bir agresyon
mevcuttur. Agresyonun pek çok şekilde tarif etmek mümkündür ve şiddete dönüşen
agresyon da olduğunu söylemek kaçınılmazdır. Ancak agresyon temel bir dürtüdür;
kişinin hayata yönelmesini, hayata tutunmasını ve ileriye doğru hareket
etmesini sağlar. Bunun reddedilmesi, yok sayılması, yanlış yönlendirilmesi,
yanlış deneyimlenmesi ve bunun baş edilmesi gereken olumsuz bir şey olduğunun
varsayımı, maalesef şiddetin temelinde olduğunu söyleyebileceğimiz bir gerçek. İnsanoğlu
olarak bizler bu doğal dürtümüzü nasıl uygun ve kabul edilebilir bir çerçevede
deneyimleyeceğimizden çok, nasıl söndürüp bastıracağımız üzerinden konuşmaya
devam ettikçe, maalesef içimizde birikip şiddetin her türlüsü şeklinde ortaya
koyuyoruz. Yani şiddet agresyonun sonuçlarından sadece biridir demeye
çalışıyorum; sanat ve yaratıcılık, uzlaşı kültürü, spor, akademik yönelim,
ilişkisel anlamda gelişim gibi pek çok başka sonucu da vardır.
Gelelim
bunun güç ilişkileri, tahakküm kurma dürtüsü ve şiddetin her türlüsü olarak
çıktısına. İşte bu gerçekten ruh sağlığı sorunudur ve toplumsal bir meseledir. Son
olan olaylarda çok fazla dikkatimi çeken söylemler “kadına karşı şiddete karşı
duralım”, “kız çocuklarınızı iyi yetiştirdiniz, sıra erkek çocuklarınızda”, “idam
edelim”, “ç.klerini keselim” vs. … Şimdi bunlara bir de şöyle bakalım; bunlar
da iki farklı cinsiyetin güce dayalı farklılıkları üzerinden yapılan söylemler
değil mi? Şiddet ve güç kullanımını gerektirmiyor mu? Ya da başka bir söylemi
ele alalım; “sizin bacınız, kardeşiniz, ananız olabilirdi”, “sizin başınıza da
gelebilirdi”. Peki bu gerçekten nasıl hissettiriyor size? Birinin bir şeyi
olmadan, sadece bir insan evladı olduğu için başına felaketler gelmiş olan
insanlara sevgi, empati ya da üzüntü duyamıyor muyuz? İlla bizim başımıza mı
gelmeli nasıl bir şey olduğunu anlamamız için?
Başka
şeyler de var tabi… Bu tacizler, şiddet olayları sadece kadınların başına mı
geliyor? Bunu bir kadın olarak soruyorum gerçekten. Tacizin ve şiddetin her
türlüsünü soruyorum. İşin içinde güç algısı ve tahakküm kurmak söz konusu
olduğunda her an, her koşulda, herkesin bunu yaptığını –kendimi dahil ederek
konuşuyorum- göremiyor muyuz? Hepimiz sütten çıkmış ak kaşıklar mıyız?
Size
baktığım yerden gördüklerimi aktarmaya çalışayım. Konu güç göstermek ya da
tahakküm kurmak olunca parası olan olmayana, büyük küçüğe, üç kişi bir kişiye, üst
asta, öğretmen öğrenciye, güzel çirkine, ebeveyne olan olmayana, patron
çalışana, çoğunluk azınlığa, bilen bilmeyene, entelektüel cahile, engelsiz
engelliye, akıllı deliye, yerli göçmene, kurnaz safa, kadın kadına, erkek
erkeğe, kadın erkeğe, erkek kadına, insan insana ve insan olmayan tüm
varlıklara, fail mağdura, mağdur faile sözel, fiziksel, cinsel, dinsel, sosyal, psikolojik
ya da kimliksel bir şiddet uyguluyor. Her seviyede, her şiddette, her sıklıkta
hem de. Sürekli bir acıma, üzülme ve hatta tiksinme, aşağılama söz konusu.
Hani
bir söz vardır ya veren el alan elden üstündür diye… Veren el olduğunuz zaman
acıma hakkı sizindir, tiksinme hakkı sizindir, güç, tahakküm hakkı sizindir, isteme
ve alma hakkı sizindir çünkü. Kimse alan, zavallı, aciz el olmak istemez çünkü.
Ve insanın asıl açlığı budur çünkü…
Çocuklarımıza
ne öğrettiğimizi sorup duruyoruz ya birbirimize; biz ne biliyoruz, ne
yaşıyoruz, nasıl deneyimliyoruz ki çocuklarımıza ne öğrettiğimizi konuşalım? Yani
kaç kişi sokakta çöpü toplayana teşekkür edip kolay gelsin diyor? Apartman görevliniz
çöpleri toplarken çıkıyorsa, “ben kendi çöpümü indiririm, size zahmet olmasın”
diyor? Trafik kurallarına yaya ya da araçlı olarak, her koşulda uyan kaç kişi
var? Büyük ve lüks arabasını “bana nasılsa çarpmayı göze alamaz, tamir parası
arabası kadar eder” diye düşünmeyip eski ve küçük arabaların önüne sürmeyen kaç
kişiyiz? “Ama bebeğim o kız, kızlara öyle davranılmaz” demeyen kim var? Bir kız
şiddet gösteriyorsa bunun onun içsel bir ihtiyacı olabileceğini aklından
geçirebilen kaç kişi var? Kendi çocuğuna bir şey olunca diğer çocuğa veya
aileye saldırmadan durup olası nedenleri düşünen çok kişi var mı? Konu yardım
kampanyaları olunca kullanılmayan eski eşyası yerine sıfır oyuncak ve eşya
gönderen kim var? Çocuğuna “onda yok, sende var o yüzden ona vermelisin”
demeden ve güce vurgu yapmadan paylaşmayı öğreten kaç kişiyiz? Engelli birine
yardım istemese de zorla yardım etmeye çalışmadan ya da ondan kaçınmadan, ona
acımadan bakabilen kim? Eşine çok kızıp onu cinsellikle cezalandırmayan, çocuğunun
cinselliği yüzünden dehşete düşmeyen ve yasak getirmeyen kim var? Hoşuna gitmeyen
bir fikir duyunca fikri sadece farklı olarak kabul edebilen ve yok saymayan biriyim
diyen kaç kişiyiz? Geç kaldığını düşündüğünde, trafikte herkesten çok kural
ihlaline hakkı olduğuna inanmayan birileri var mı? Karşısındaki kişinin gerçekliğini anlamlı bulup
“sen anlamazsın, sen bilmezsin” demeyen kimse var mı? “Arkadaşınız yüzünden geç
kaldık” demeyen kaç yetişkiniz? Gerçekten kim davranışlarının sorumluluğunu,
kötü ya da iyi sonuçlarıyla üstlenebiliyor? Biz şu koca evrende, var oluş
hikayemizde birer toz zerresi olduğumuzu; birlikteyken, tüm renklerimizle bir
anlam ifade ettiğimizi ne zaman unuttuk?
Bunlar
benim kafamı çok ama çok kurcalayan sorular. Cevap bulamıyorum ama aramaya
devam ediyorum. Bunlardan tek bir bireyi ya da tek bir topluluğu sorumlu
tutmanın yararı olmadığına inanıyorum. Bu hepimizin, insanlık adına sorumluluğu…
Öğretmemiz gereken değil, öğrenmemiz ve yaşamamız gereken bir sorumluluk. Var olmanın
yeterli bir değer olduğunu unuttuğumuz, sadece insana değil, canlı cansız her
varlığa karşı sürekli ihlal ettiğimiz sınır bu.
Şiddet
mi? Asıl kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, ne kadar hakkımız olduğunu unutmak
şiddet. Ve bunu değiştirmediğimiz sürece kadına, erkeğe, çocuğa, yaşlıya,
hayvana ve doğaya hakim olmak için, onlar üzerinde gücümüzün sınırlarını
denemek için hem de her birimiz kaçınılmaz olarak şiddet göstermeye ve görmeye devam
edeceğiz.
Beyhan
ÖZPAR
Çok güzel yazmışsınız, benim de aklıma takılan soru(n)ları çok güzel özetlemişsiniz. Yazdığınız satırlar nedeniyle diyorum ben de; çocuklarımıza insan olmayı öğretelim. Ve durumu, statüsü vs ne olursa olsun karşımızdakini insan olarak değerlendirmeyi öğretelim. İnsanın insana (bireyin bireye) neyi ne kadar nereye kadar yapmaya hakkı var?
YanıtlaSil