“Can
Dostum” (Good Will Hunting), 1997 yapımı bir Amerikan filmidir. Film Amerikan
rüyasını başka bir perspektiften anlatan bağımsız bir yapımdır. Yönetmen Gus
Van Sant ile filmi hem yazan hem de yapımında sorumluluk üstlenen Matt Damon ve
Ben Affleck ikilisi, rüyalar ülkesinde rüyadan çok uzak yaşamların hikayesini
anlatma çabalarıyla “En İyi Film” ve “En İyi Senaryo” Oscar’larını almışlardır.
“Can
Dostum” üstün yetenekli bir genç adamın, sınırlı sosyal çevresi ile
ilişkilerinin ve var olma çabalarının bir anlatımıdır. “Yetenekli çocuğun
dramı” ya da “sosyal zeka becerisinin yoksunluğu” gibi değerlendirilme
biçimleri olabileceği gibi, “tepkisel bağlanma bozukluğu” veya “travma sonrası
stres bozukluğu” olarak da değerlendirilebilir. Sonunda izleyiciye verdiği umut
ile “ergence” değerlendirilebileceği gibi, içtenlikli terapi sahneleri ve
hesaplaşma diyalogları ile “gerçek hayattan bir kesit” olarak da okunabilir.
TSDE
bünyesinde yapılan film yorumlama çalışmalarının ilkini yaklaşık bir sene önce
bu filmle yaptığımızda, filmde rol alan sinema sanatçıları hala hayattaydı.
Oysa bu satırların yazıldığı şu an hem bu film hem de pek çok filmde önemli
rolü olan Robin Williams, yeryüzündeki zamanını doldurduğuna karar verdiği için
aramızda değil.
Filmi
yorumladığımız sırada farklı çerçeveleri kullanarak tüm oyuncuların rolleri ve
hikayelerinin bize dokunduğu yerlerden yola çıkmıştık. Yorumlama yolculuğumuz
sırasında psikoterapinin bize sunduğu araçlardan yararlanmış, arkadaşlık
ilişkilerine, çift ilişkilerine, erginlenme ve geçişlere ve her bir rolün içsel
dinamiklere bakma şansımız oldu. Psikoterapi pratiğine ilişkin bir
değerlendirme yapabilmek için de Robin Williams’ın oynadığı psikolog rolüne
odaklandık.
Terapist
kimdi? Hastasıyla nasıl bir ilişki sürdürebiliyordu? Nelere izni vardı; durma
sınırı neresiydi? Gerçek miydi; başka birinin hayatına dokunurken terapistin
kendi gerçeği nerede dururdu? Filmin yarısında ortaya çıkan terapist, biz kendi
terapist olma yolculuğumuzdayken olmak istediğimiz ya da terapide
bulunduğumuzda karşımızda görmek istediğimiz kişiye ne kadar benziyordu?
Gerçek
hayatın bir yansıması, yeniden ele alınışı olarak baktığımızda bu filmdeki
terapist de çok gerçekti. Nasıl bir gerçekti bu? Terapist Sean Maguire bize bir
terapistle ilgili neler öğretti?
Bir
terapistin odasına girdiğimizde kendimizle ilgili olamayan bir şeyler ararız.
Zaten az sonra başlayacak olan süreç içinde, gönüllü olarak başlamış olsak da
hiç açmak istemediğimiz kapıların açılacağını bilir; içimizde, derinde bir
yerlerde sakladığımız yaramızın görüleceğini fark ederiz. Biz değil miyizdir ki
o yarayı korunaklı duvarlar, kasalar, kilitlerin ardına saklayan? Ve bu kadar
savunmasız olacağımızı bildiğimiz bu yerde karşımızdaki kişinin gerçekliği,
duyguları, yaraları hakkında bir şeyler görmeyi umarız; sonrasında savuma için
bir silaha sahip olmak için… Bunu yapabilecek zeki ve becerikli olan
danışanı/hastası karşısında terapist Sean Maguire, personası ile özdeşleşmeyi
reddetmiş ve gerçekliğini olduğu gibi ortaya koymuştur. Bazıları için “uygun”
olmayan bu duygusal patlama, daha önce defalarca terapistlerle karşılaşmış
yetenekli Will için bir ilk olmuştur. Karşısında maskesinin ardında ona sıkıca
yapışmış bir narsist değil, öfkesi, acısı, kendi oluşuyla kanlı canlı duran
terapisti tercih etmiştir. İlk seansları sayılabilecek göl kenarındaki
sohbetleri de çerçevenin ve kontratın oluşturulduğu; gerçekliğe dokunmanın
cesaret gerektirdiğine ilişkin önemli mesajlar vermektedir her iki tarafa da.
Sean
Maguire rolünde hayat bulan terapist bir narsist olmaktan çok uzaktır… Bitmemiş
yası olan depresif görünümlü biridir ama bunu saklamaz. Yarası vardır, yarasına
bakabilme cesareti vardır. Bu yarayı görebilen kişiler için sabrı ve sevgisi
vardır. O “yaralı iyileştiricidir” (wounded healer)…
Hiç
bir çıkar için orada bulunmaz; kendini bu zeki adam üzerinden çıkarılabilecek
çıkarların hepsinden uzak tutar. Ne bir bilim insanı olması ne savunma
sanayiinde önemli bir yere sahip olması ne de Amerikan rüyasını yaşayabilmesi
ile ilgilidir. Terapist olarak karşısındaki ile insan insana bir ilişki içinde
olmayı, “onu ben iyileştirdim”, “bu benim eserim” diyebilmenin çok önünde
görür.
Genç
adamın yarasıyla temas edebilmesi için onu olduğu gibi kabul eder. Bu süreç
içinde kendini olduğu gibi kabul eder. Gerçek, yorucu, üzücü de olsa hayata
dokunmak için oradadır; hem danışanına dokunma cesareti verir hem de bu sırada
kendininkine dokunulmasına alan açar.
Seanslarca
sabırla bekleyebilir; sessizliğin bir hazır olma öncesi mayalanma olduğunu
bilir, sadece hazır olana eşlik edeceğini göstermek için oradadır. Kimsenin
ihtiyacının danışanın ihtiyaçlarının önüne geçmesine izin vermez.
Sadece
olana açılır. Danışanıyla beraber kendisi de adım adım iyileşmeyi kabul eder.
“Can
Dostum”, pek çok perspektifte ele alınabilir. Ancak “bir terapistten ne
istiyorum?” sorusuna cevap verebilmek için biçilmiş kaftan gibidir… Filmi
izleyen herkes için gerçek ilişki içinde olma, gerçek insanlarla karşılaşabilme
arzusunun vücut bulmuş hali gibidir. Ve sadece bunun için bile defalarca
izlenmeye değer bir filmdir.
Beyhan ÖZPAR
Psikolojik Danışman