Reggio Şekeri: Samir |
Geçtiğimiz 15 gün benim için çok yoğun ve yorucu geçti. Önce okulun düzenlediği İtalya gezimiz gerçekleşti ardından -ama hemen ardından- dört günlük bir eğitime katıldım. Sonra da aralık vermeden doğru okula, iş başına... Gerçekten hiç dinlenmeden geçirdiğim bu on beş günlük zaman zarfının dinlendiğim tek günü dün oldu :) Yarım günüm olduğu için eve erken geldim ve dinlenebildim. Bu sabah bunun huzuru ile yazıyorum sanırım.
İtalya seyahatimizin amacı öğretmenler olarak çalıştığımız kurumun temel yaklaşımını yerinde görüp deneyimlemekti. İtalya'da, İtalya'nın kuzeyinde yer alan Emilia Romagna bölgesinin küçük kentlerinden olan Reggio Emilia'ya gittik. Pazar günü Bologna'ya varan uçağımız ve günün pazar olmasının rahatı ile Bologna'yı gezebildik. Daha önce de İtalya'da bulunmuştum ve şehri yürüyerek gezdiğimizde kabaca bir fikir sahibi olabileceğimi bilmek beni keyiflendirdi. Nitekim düşündüğüm gibi de oldu...
Bologna'da detaya inemesem de kent hakkında bir fikre sahip olabildim. Ancak bununla ilgili olarak sonra yazacağım. Çünkü İtalya'dan ayrılmadan önce, gruptan erken ayrılıp bir kez daha kenti görebilme şansım oldu.
Sebze yok mu? Olmaz mı :) Bölge tarım bölgesi; ancak nerede aradığınıza dikkat etmelisiniz... Restoranlar ve kafeler sebzeyi garnitür olarak servis ediyorlar o yüzden az tükettiğinizi düşünebilirsiniz. İşte burada kentte kaybolmak devreye giriyor, sanki bu mümkünmüş gibi:) Ben grubun dağılıp yalnız takıldığı bir zaman dilimizde, ara sokakları turlarken -her zaman ne varsa ara sokaklarda vardır diye düşünürüm- elma alabileceğimi düşündüğüm küçük bir dükkan gördüm. Daha çok manav gibi görünüyordu ta ki içine girene dek... Gerçek bir sebze-meyve cennetine düştüm. Buraya vegan-şarküteri diyebilirim sanırım. Sattıkları ender proteinler deniz ürünleri ve tahıllardı ki bunlar da nefis salataların içindeydi... Tezgah, fırınlanmış enfes sebzelerle, çiğ ancak salata için hazırlanmış çeşit çeşit malzemelerle, harika bir meyve salatası ile rengarenk ve çok baştan çıkarıcıydı ve ben bir elma ile kalamadım :) Sonraki günlerde de sebze ve meyve ihtiyacımı oradan karşıladım; magnifico! Yine restoranda bir şey yiyecekseniz eğer porçini mantarlı, trüf yağlı ya da domates soslu, bol parmesanlı ürünleri tavsiye ederim hem de şiddetle...
Son gün geldi ve biz -ben ve Pelin-, gruptan erken ayrılıp tekrar Bologna'ya gittik. Daha önce söyledim sanırım, bir yeri gezmenin en güzel şekli orada kaybolmak; tabi yapabiliyorsanız:) Övünmek gibi olmasın ama yer-yön duygum çok ender olarak beni hayal kırıklığına uğratır, oldukça gelişmiştir. Bologna'yı haritasız, daha önceki rotamızı referans alarak ve aralara girip kaybolmaya çalışarak gezdik bu defa.
Emilia Romagna yemek kültürünün önde olduğu, tarım ve hayvancılığın önemli olduğu bir gurme bölgesi gibi ama yerel üzümlerini tavsiye edemeyeceğim. Bence Toscana bölgesi üzümlerinden yapılan nefis şarapların bir eşi yok İtalya'da. Ve yine sanki İtalya'da yaşıyor olsam ben Toscana'da, Floransa yakınlarında bir bağ evinde yaşamayı tercih ederdim. Aynı gurme zenginliği Toscana'da var tek bir farkla; Toscana'da denizden gelenlerin çeşitliliği daha fazla ve daha güzel kullanıyorlar deniz ürünlerini... Tam bana göre yani :)
Neyse; İstanbul'a geldik. Sevdiğim insanlar burada olmasa sanırım yaşamayı tercih etmeyeceğim bu kente... Evet, biliyorum İstanbul gibisi yok falan filan... Ya bu sadece içinde doğduğumuz kent olduğu için bizi çevreleyen, kendimize söylediğimiz bir yalansa? Neden kendimizi daha özgür, keyifli ve huzurlu hissedebileceğimiz, hayatı kovalamadığımız sadece iliklerimize kadar yaşadığımız bir yerde hayal etmekten korkuyoruz? Bu kararı vermek vazgeçtiğimiz o şahane gelirlerimiz, muhteşem kariyerlerimiz, çabamız, emeğimiz, sonsuz koşturmamız sonrasında karşılaşacağımız boşluk yüzümden mi zor ve bu boşluğu seçmiş olmanın verdiği sorumluluktan, amaçsızlığın "ağır yükünden" mi korkuyoruz? Ya amaç sadece hayatı yaşamaksa; her anını, kaçırmadan, acısını içimizde hissederek, her duygunun içinde biraz kalarak ve içinden geçerek? Nereye yetişmeye çalışıyoruz? O yeri bizim için kim seçti?
İşte böyle sorular daha uçağın iniş manevraları sırasında içimi doldurdu. Sanırım basit bir hayat istiyorum. Kendiliğinden, doğalında zaten karışık olmayan ve ne kadar uğraşsam da karmaşıklaştıracağım bir alanımın olamayacağı kadar basit bir hayat:) İstanbul, yağmur, her hava değişikliğinde cehenneme dönen trafik, işe yatişme, işten eve yetişme, koşturma ve hep bir yerlere varma çabası ama o yere hiç varmama... İstanbul bana Hakan, ailem ve arkadaşlarım gibi güzellikleri sunuyor ama bu güzellikleri yaşamam için hiç zaman bırakmıyor. Ve benim evde olmak, Hakan geldiğinde evin sıcak yemek ve kurabiye kokması, istediğim kitapları okumak, dilediğim kişileri görmek, onlara vakit ayırmak hayalim hep bir hayal olarak kalıyor...
Yazımı bitirirken duam... Bir reklamda diyor ya "hepimiz tatil için çalışıyoruz!"; keyif aldığım için, keyif aldığım kadar ve keyif alarak çalıştığım, tatilin bir ödül değil gelenek ve yeni insanlarla tanışma fırsatı olduğu, hayat için koşmadığım, hayatın içinde yürüdüğüm bir yaşam...
Amin.
Beyhan