Nihayet dün FilmEkimi açılışını yaptı ve tek gösterimi olan Mother! ile amansız bilet alma mücadelesi sonucunda karşılaştım. Bu yazı, bu karşılaşmanın ürünü. Film yorumlamak ya da eleştirmek ne haddime tabi hem de rüştünü ispatlamış bir yönetmenden bahsediyorsak... Her ne kadar bu film "güneşin altında yeni bir şey yok"* dedirtse de, Darren Aranofsky hikaye anlatıcısı olarak, bildiğimiz bir hikayeyi farklı bir şekilde anlatabilme becerisi için bile olumlu anılmayı hak ediyor kanımca. Kaldı ki hep söylediğim gibi her film, her insanın zihnini ve ruhunu farklı bir şekilde gıdıklar, uyandırır ve uyarır. Bu yazı Mother! filminin beni gıdıklama biçimi hakkında daha çok.
Yazıya başlamadan önce çok düşündüm. Yani bir defa izlediğim bir filmi, çarçabuk aklıma ilk gelenlerle yorumlamak ve değerlendirmek çok ham ve çiğ bir eylem olabilir diye biraz tereddüt ettim. Ama yazar ve yönetmen olarak Darren Aronofsky'nin anlattığı hikayenin, bu biçimiyle bende uyandırdıklarını paylaşmadan edemeyeceğime karar verdim. Filmin tanıtım metnini ve filmle ilgili varsa yapılmış değerlendirmeleri de okumaya çalıştım -aslında pek bir şey de yok gördüğüm kadarıyla-. Okurken, filmden çıkarken arkada yüzlerini görmediğim kadınlar arasındaki sohbet çınladı kulaklarımda; biri filmi anlamadığını ve anlamsız bulduğunu söylüyordu, diğeri de "işte adam karısına hep tuzaklar kuruyor" gibisinden bir açıklama yapmaya çalışıyordu. Doğru ya da yanış değil, kişisel bir izlenim. Ve azıcık araştırınca buna benzer pek çok yorum da görmek mümkün. Hatta sanırım benim görme biçimim biraz "uçmak serbest" bile denebilir.
Öncelikle film şöyle tanıtılmış: Bir çiftin ilişkisi, huzurlarını bozan davetsiz misafirlerin evlerine gelmesiyle çıkmaza girer. Bu bana gazetelerde yayın akışındaki bir film tanıtımını hatırlattı, ister istemez gülümsedim; Jack ve John iyi iki arkadaştır ve olaylar gelişir... Böyle bir film tanıtımı ile karşılaştığım zaman ilişkiler ve ilişkisellikle ilgili pek çok düşünce üşüşür zihnime, dolayısıyla filmle ilgili beklentim de bu doğrultuda olur. Oldu da... Mutlaka bilet alıp izlemem gerektiğine ilişkin algım ise festival programı belli olduktan sonra fragmanı izlerken gelişti. Fragman bende Rosmary'nin Bebeği -çok severim- tadında tekinsiz bir duygu uyandırdı; e yönetmen, oyuncular derken de filmi izlemek kaçınılmaz göründü gözüme.
Peki benim açımdan hikaye böyle mi? Geniş bir perspektiften yine ilişki evet ama bu hikaye benim izlediğim şekliyle tanrı, toprak ana (mother earth) ve insan arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Psikanalitik bir yorumlama yapabileceğimi sanmıyorum, o kadar donanımlı olduğuma inanmıyorum Bununla birlikte bu filmin Jungyen temalalarla daha iyi değerlendirilebileceğini de düşünüyorum. Her iki bağlamda yapılacak değerlendirmeleri de iple çekiyorum.
Benim gözlerimden Mother! filmi tanrının -ya da yartıcının- kendini, yaratım olarak toprak ananın gözünden ve insanın gözünden tanrıyı anlatma biçimlerinden biri. Çok sembolik bir dili olan, belki anlamak için dinler tarihini ve inanma ihtiyacını/psikolojisini de az da olsa bilmeyi gerektiren bir film. Yazar/şair/tanrı Javier Bardem yeni bir yaratımın sancılarını çekerken, ona deliler gibi aşık, "evi" her taşıyla küllerinden yeniden yaratan karısı/toprak ana/dünya Jenifer Lawrence arasındaki yalnız ve birbirini idare eden ilişki... bu ilişkinin içine toprak ananın çok da hoşlanmadığı konuklar olarak önce ortopedist/hayran/hasta adam/Adem'in katılması, ardından onun eşi/kibirli/saldırgan/şehvani/talepkar kadın/Havva -belki Lilith- in dahil olması... Sonra ilk günah ve cenetten kovulma, uzlaşmaz, hak mücadelesi içinde kardeşler (Habil ve Kabil), ilk cinayet ve bunların içinde her zaman tanrının kendisinden talep edileni karşılayan tutumu... Ardından artarak gelenler, çöken lavabo ile sembolize edilen Nuh tufanı ve tüm misafirlerin "evden" kovulması ve sonrasında tanrının toprak ananın bedeninde tekrar insanı -belki İsa'yı- yaratması, ve bu süreçte nihayet yeni kitabını yayınlaması, insanların bu kitabın çağrısına akın akın gelmesi. Yıkım, kurban etme, dehşetler, tutkuyla bağlanmalar, kısa bir insanlık tarihi anlatısı... Ama asıl hikaye tüm bu anlatının içinde tanrının arzulanmaya ve sevilmeye, toprak ananın anlaşılıp korunmaya olan ihtiyacı ve bu ilişkide ikisi için de insanın yeri...
Şimdiye kadar yeterince spoiler verdim bence... Durmam gerekiyor sanırım. Metaforlar, semboller denizi kurgulamış Aranofsky, okuması zahmetli. Ama sorduğu soruları önemli buluyorum: Toprak ana üzerinde yaşayan bizlerden ne kadar memnun? Davetsiz misafir olarak insan, "yuva"ya, toprağa, dünyaya hak ettiği saygıyı ne kadar gösteriyor? Toprak ananın vermedikleri karşısında ısrarımız ne işe yarar, böyle bir hakkımız var mı? Peki tanrı, insan olmasaydı ne kadar tanrı olurdu? Bunca yıkım, dehşet ve acı tanrının yarattıklarının ona olan tutkusunu arttırmanın yolu mu -felaketlerle başa çıkma şeklimiz daha çok inanmak, inanabileceğimiz bir şeylere sığınmak sonuçta-? Sevilmek için, tapılmak için herşeyi yapmayı göze alan, affedeciliği kendi hanesine, yıkıcılığı toprak anaya fatura eden neredeyse narsist diyebileceğimiz tanrı, bu sevgiyi hak ediyor mu?
İşte böyle sorular sorular... Didik didik bir analiz işine giremeyecek kadar tembel olduğumdan ve filmi iyice anlatarak izleme hevesinizi baltalamamaya çalışacak kadar -tabi bir sürü spoiler verdiğimi göz ardı ederek konuşalım- dikkatli olmaya çalıştığımdan burada kesme ihtiyacı duyuyorum. Tam bir değerlendirme yazısı bile olmadığının farkındayım, belki en fazla bir tanıtım yazısı kıvamında... Bu yazının filme başka gözlerle -ille benim zihnimin yansıttığı şekliyle değil elbette- bakabileceklerin ilgisini çekmesini, bir sürü değerlendirme yazılmasını ve benim de bunları okumam umuduyla da yazdım sanırım biraz da.
Son söze gelince; lütfen film gösterime girince izleyin. Hakkında konuşun ve yazın. Tartışın, birlikte tartışalım. Bu film bize insan olarak da kendi hikayemizle ilgili bir sürü şey anlatıyor, hissediyorum. Sadece kendi başıma bulamıyorum, duyamyorum, göremiyorum... Birlikte keşfetmek için çağrıma kulak vemenizi diliyorum.